Ertuğrul Özkök... Kırkyedi. Daha yeni çıktı. Kadını anlatıyor; kadının 47 yaşını. Kadının en bomba yaşları olan 40’lı yaşlarındaki kadın olma halini. Ve erkekleri aslında... Kadın-erkek ilişkilerini... Hayatımda gördüğüm en iyi tespit/tahlil yapan insandır Ertuğrul. Sosyologların gurusu. Biz Gülüm’le küçücüktük, hayatta hiç kimsenin cesaret edip de söyleyemeyeceği; hayata, kadın-erkek ilişkilerine, insanlığa dair gerçekleri en entelektüel, en net ve en estetik haliyle söylerdi bize. Bazen çok gülerdik. Bazen kalakalırdık. Hâlâ arada bazılarını birbirimize hatırlatır, şöyle bir susarız. Düşünürüz. Yutkunuruz. Kadın-erkek ilişkilerine dair yazdığı her yazı, kes-çerçevele-sakla tadındadır. Bazen döne dolaşa okuyorum yazılarını. Bazen okumak da yetmiyor. Mola verip nefes almam, sindirip bir daha okumam gerekiyor. Belli ki kabul edesim gelmiyor, gerçek acıtıyor. Ya da öyle bir umut doluyor ki içime, ne yapacağımı bilemiyorum geçemeyen zamanla. Bunu bir tek ben değil, bir sürü kadın söylüyor etrafımda. Ne çok ihtiyacımız var aslında birinin çıkıp biz kadınlara şu dediklerini söylemesine. Ama bu şekilde; acıtmadan. Tatlı tatlı... Kırkıyedi’yi, kimi zaman hoşlanıp kimi zaman korkacağım gerçekleri estetik dille okumak için elime aldım. Okumaya başladığım gibi de şu cümlede kalakaldım: “Ben 40 yaş kadınının bakışını seviyorum. Yani hayata bakışını... Akıllı bir erkeğin kadınından isteyebileceği en güzel hediye şudur: “Sevgilim, senin 47 yaşına tek başıma sahip olmak istiyorum.” Lütfen dönüp dolaşıp bir daha okuyun bu cümleyi. Bir kere okumakla olmaz. Biliyor musunuz, bazen bir olay karşısında kadın olmaktan nefret ettiğim çok oldu. “Bir daha gelirsem şu dünyaya, erkek geleceğim” filan dediğim de... Oysa Kırkyedi’yi okurken anladım ki, ben kadın olmayı her türlü seviyorum. Kadın olmaktan başka bir şey de istemiyorum. Bu benim tabii. Bana kadın olmaktan aldığım hazzı hatırlattı Kırkyedi aslında. Bir de o kadar şaşırdım ve onur duydum ki, Ertuğrul bir yerde benden alıntı yapmış! Nutkum tutuldu. Yazdığımı hatırlamadığım, ama okuyunca öyle olduğumu bir kere daha iliklerime kadar hissettiğim Kelebek yazımdan: “Bir gün müthiş dişiyken ertesi gün orman insanı gibi takılabiliyorum...” Öyle olabiliyorum evet. Bunu yapabildiğim, böyle yaşayabildiğim için de çok şanslı bir kadınım. Hiç inkar etmedim şansımı. Hiç! Hatta sonsuzca şükrettim. Şükrediyorum. Her türlü kadın olabilme halini öyle seviyorum ki! Ezelden beri böyleyim. Aşk acısından geberirken bile; garip ama gerçek, mutluluktan da havalarda uçabilmeyi seviyorum mesela. Ormanların içinde, çamurların içine batarak koşmaya giderken bile kırmızı rujumu ve ojelerimi sürmeyi seviyorum mesela, evet. O çamur deryası içinde orman çocuğu olmayı; ama ertesi gün sanki hiçbir şey olmamış gibi en dişi halimle topuklu ayakkabılarımla bilmem nerede bir kokteyle gitmeyi seviyorum. Çocuklarımın annesi, Sevdiğimin aşkı, Annemin çocuğu, Kardeşimin ablası, Kendimin ta kendisi olmayı seviyorum. Denge ve dengesizliklerimle her türlü kadınım ben be! Kendimi sevdiğimi ve bir kadının hayatının sonsuz uzun olduğunu anladım Kırkyedi sayesinde. Ha şimdi kalkıp bir Sezen Aksu açtım kendime. “Küçüğüm” diyor. “Küçüğüm bu yüzden bütün korkularım Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem...” diyor. Yolun başındaymışım meğer... 47 yaşımı bekliyorum. Hevesle, umutla. Sabırlıyım. Korkmuyorum büyümekten. Yonca “dişi”