Baskı Altında*

Beyazıt’ın başına gelenlere inanamıyorum!

Haberin Devamı

Bu yazıyı böyle hani kusarcasına yazıyorum...

Tam da nasıl da medyadaki, basındaki, hatta dışişlerinde bazı kadınların görevlerinin değiştiğini; göstermelik pasif rollere itildiklerini, hayatta yapmayacakları bi takım programlara mahkum edildiklerini; bazılarının toptan ortadan kaldırıldıklarını,

resimden silindiklerini,

diğerlerinin de büyük risk altında olduğunu görüp o sinsi elin nasıl da her şeyi bu kadar hop oldu bittiye getirdiğini sanki kabus değil de masal gibi yaşadığımıza çıldırırken..

Beyazıt’ın da başına resmen bu saçma sapan “komplo” getirildi ya!

Yazıktır insaftır pestir be!

Hiç komplocu olmayan ben de, komplo diyorum evet!

Can Dündar ve Erdem Gül’ün hala daha içeride olması, kimilerinin artık onların orada olmasını kanıksaması, unutmuş olması olasılığı, sürekli benzer kabusların hayatımızın içinde, kalbimizin bi yerinde olması, ruhumuzu boğa yılanı gibi sarıp sarmalayıp sıkıp daraltması…

Haberin Devamı

Girdap gibi sürekli dibe çekilmek…

Karşı koymaya çalışırken bitap düşmeye bile zamanının olmadığını bilmek…

Çocukların büyürken bi gülücüklerine doya doya bakıp o anı kaydetmek isterken, kendini başka şeylere karşı sorumlu hissettiğin için en değerli şeyi bırakıp kendini ülkenin elden giden değerlerine adamak arasında garip bir dilemma içinde bulmak.

Hep arafta hislerle kitlenmek…

Her şeye yetişmek isteyip her şeye yarım yetişmek… Yetişememek…

Sağlık sorunları, yine de başkası benden zor durumda diyerek hem şükretmek hem de yanan canını hadsizce hor görmek…

İşinde başarılı olmak için çok çalışırken, evinde başarısız olmak…

Arkadaşlarınla görüş ayrılığına düşebilmek…
Duruşunu bozmadığın için ağır bedeller ödemek…

Bedel ödesen de takdir edilmemek…

Bırak takdiri bekleyen kim, bi de “eeee sen de işini bileydin” diye pişkin nasihatlere maruz kalmak...

Beyazıt’ın başına gelene dilinin tutulması; çünkü aynı şeyin senin de, başka birinin de şak diye başına getirilebileceğini bilmek…

Tıpkı taciz eden adam suçluyken “kuyruk salladı, rızası da vardı” diyerek mağdur edilen çocuk durumuna düşen Beyazıt’ın GERÇEK üzüntüsünü, şaşkınlığını, kalp kırıklığını, endişesini ekranda gördüğünde kahrolmak… Akabinde, “ertesi gün sen, bi sonraki gün ben de Beyaz’ın yerinde olabiliriz, nitekim beyazı kirletmek kolaydır ya.. kirletin ulan, kir de bozmaz bizi, kirlenmek de güzeldir!” diye isyan etmek!

Haberin Devamı

Bu tehditlerle yaşamaya alışmayı kabul edememek…

Bu toparlayamadığım cümleleri okumak ne kadar zor ve sinir bozucuysa, hayatımız da tam bu halde ve noktada.

Öğürtü geliyor içime…

Dünya çıldırmış olmalı çünkü nereye baksam böyle.

Boğuluyorum ben de.

Düşünün yılbaşı gecesi o koca Adres Otel’de bir yangın çıktı Dubai’de. Dünya’nın en yüksek binası Burj Khalifa’nın dibinde. Kaç kişi vardı o otelde o sırada bilmem.

Ne kadar büyük bir kalabalık vardı orada anlatamam.

Ömrü hayatımda koca binalara, ayağımın topraktan uzak kaldığı mekanlara uzak durdum, sevmedim, karşı oldum.

O gece birileri alev alev yanan binanın yanında, rekor seviyede atılan havai fişekleri aynı karede videoya çekiyordu.

Haberin Devamı

Birileri hastaneye yetişiyor, birileri can çekişiyordu. Bütün bunlar aynı karede, aynı anda yaşanıyordu.

Ölüm, sevinç, çığlık, kahkaha…

Ve ne oldu?

O gece yangın kutlamalar arasında söndü gitti.

Daha sonra zaten bu konuda bir haber “yapılAmadı”. Bi şey yok. Hızlıca tamir ediliyor, ve otel çok yakında yeniden açılıyor”… dendi. Ve de öyle...

Bi şeycik yok. Kalmadı.

Vardıysa da haberimiz olAmadı.

Zaten AVM içindeki kayak merkezindeki penguenler de pek şeker. İsteyen onları görmeye gider, yangından kim ölmüş ki desene...

Can Dündar ve Erdem Gül kaç gündür içeride?

Ha o yangın o kutlama arasında kaynamış ha Can, ha Erdem, ha Beyaz ve daha niceleri ve neler...

Haberin Devamı

Beyazıt, ki o Beyazıt mesela herkes burun kıvırırken, sıkıcı veya anlamsız bulurken TEGV için, Adım Adım için, bütün gençler için programında her daim umuda yer verdi...

Sadece ağlamakla, trajediyle beslenme hastalığına tutulmuş, kendisine gülme becerisini yitirmiş can çekişen insanımıza kendiyle alay edebilmenin gücünü gösteren, bi kerecik olsun haftada bi gece gülerek uyuya kalmamıza fayda eden o Beyaz da suçlu duruma düşürüldü ya…

Vurun Kahpe’ye be dostlar vurun siz de!

Okkalı bi küfür sallayın siz de ben gibi tam bu satırda.

Sallayın o küfürü evet. İçinde şiddet olmayan bi küfür olsun ama!

Ve ardından, masaya bi yumruk da vurun bence. Acısın o el. Hislerimizi hatırlamak, ah demek, elimizi kendi kendimize tutmak öpmek sarmak bakmak adına bence kesin

Kırılsın o masa…

Haberin Devamı

Unuttuk ya can acısını, hatırlayalım bahane bu ya!

Dünya döndü Truman Şov’a…

Aaa izlemediniz mi siz o filmi?

E gerek yok.

Her gün ekranlarda!

Evinden ülkesinden olan masum insanlar sokaklarda, denizin ortasında, sahile ölüp ölüp vuruyorlar.

Her gün şehit var, her saat, her dakika.

Ne bombalar patladı, ne çok canımız yandı. Ama bitti.

Geriye kalanları da unutuverdik.

Uf oldu bitti.

Her gün sıfat kavgaları veriyoruz utanmadan.

HALA!

Yok oralı yok buralı yok polis, yok asker, yok suriyeli, yok gavur izmirli, yok istanbullu, angaralı, öbürü arka mahalleden beriki ermeni, bu musevi, bu müslüman, biri hayvansever, öbürü zaten hayvan, bu da alevi, şu sünni, bu kürt, o da türk... bu orospu bu da centilmen...

Mış gibi miş gibi yaşıyoruz sürekli.

Yeter be!

Bıktım her türlü isim ve sıfatlardan…

Bıktım komplolardan… enayi yerine, aptal yerine konmaktan bıktım.

Masum değiliz hiçbirimiz... doğru, tamam.

Zaten küçüğüz be daha... Kim böyle büyümek isterdi ki!

Acıyı kanıksayarak büyüdük yetmedi, sıra çocuğuma mı geldi!?

Gözümüze sokulan yalanlar, gerçek değil.

Gerçek dedikleri kocaman bi oyunun sadece bi sahnesi... sonu hep ölüm hep ölüm.

Bildiğim tek şey var;

Barış istemek SUÇ DEĞİL!

Yonca

“tırnak içine yazacak kelime bulamadım”

 

*Bu yazının adı David Bowie ve Freddie Mercury’nin Under Pressure şarkısından alıntı. Şimdi açıp akapella versiyonunu yüksek seste dinlemenizi istiyorum! Sözlerine de dikkat ederek pek tabi.

https://www.youtube.com/watch?v=uMQb9LCNGxs 

 

Özürü kabahatinden beter dip not: Bu yazıyı yazdığımda İstanbul’da olanlar olmamıştı. Olanları duyduğumda dilim tutuldu. Zaten yasağa gerek yok. Diyecek yazacak ne kaldı ki?

İstanbul ve Sultanahmet Dünya’da bir tane. Eşsiz ve benzersiz.

10 tane olsa da fark etmez.

Canı yananlara, kayıplara... bütün bu olanlardan dolayı aklını yitirmek üzere olan hepimize... ne desem bilmiyorum. Zaten diyeceklerimi demem yasak. Sustum. Sessizce yas tutuyorum.

 

Yazarın Tüm Yazıları