Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Haksızlıklara üzülüyorum

Şu köşeden tek beklentim, bir amacım geride kalıcı bir şeyler bırakabilmek.

Haberin Devamı

En sevdiğim şey de; tutarlı, anlamlı, sürdürülebilirliğine inandığım şeyleri yapmak, yazmak. İnsanlara kuru kuru “hadi git yap” dememek. İlk koşmaya ve bu konuda yazmaya başladığımdan beri abartısız binlerce insan koşmaya, spora başladı. Koşan koşana. Her gün mail’ler geliyor, her gün başka bir koşuya davet alıyorum.
İnsanlara kendilerine iyi gelen, hayat değiştiren bir konuda ilham veriyor olmak, en büyük mutluluğum.
Biri bana geçen yaz “Hâlâ koşuyor musun?” diye sordu. “Evet” dedim, şaşırdı. Ben de buna şaşırmasına şaşırdım.
Bizde her şeyin üç günlük yapılması kanıksanmış. Çık acele yap, bir daha nefret et veya sıkıl, yapma. “Kazan-kaybet” olarak yaşıyoruz hayatı. Gidilen yol, verilen emek bir şey ifade etmiyor. Kazancın esas orada olduğunu görmek için açmıyoruz gözlerimizi. Geçtiğimiz hafta dünyanın çeşitli yerlerinde bazısı tanıdığım, bazısı hiç tanımadığım insanlar, olağanüstü performanslar sergileyerek Türkiye’yi müthiş temsil ettiler.
Biri Aykut ÇelikbaşAykut, dünyanın katılması da, katıldın mı bitirmesi de çok zor, ne zoru yahu, “Olmaz abi, imkansız!” diyeceğin ve başardın mı tarihe geçip efsane olduğun, 36 saat limiti olan 246 km’lik Spartathlon Ultra Maratonu’nu 33 saatte bitiren ilk Türk oldu.
Bunu duyan var mı?
Yok.
Basında yazan oldu mu?
Hayır.
Yazık be bize!
Sonra geçtiğimiz pazar günü koşulan Berlin Maratonu’na onlarca Türk katıldı ve yine bir Kenyalının dünya rekoru kırdığı maratonda hepsi müthiş koştular.
Hatta ASICS takım arkadaşım Cemil Gökçe, 2 saat 48 dakika ile “ aramızdaki Kenyalı ” lakabını aldı. Erden Eruç vardır, sadece kas gücüyle kürek çekerek okyanusları aşıp Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş tek Türk, tek insan! Pi’nin hayatı fasa fiso onunkinin yanında. Alper Dalkılıç, bir yılda 7 kıtada 7 ultra maraton yapan tek Türk, dahası onun gibi kaç adam var bilmem. Hep yazıyorum sizlere onları.
Bunları niye yazdım peki biliyor musunuz?
Yaram var ondan! Düşünsenize, ben bu sene nisan ayında İznik Ultra Maratonu’nda 12 saat 33 dakika 57 saniyede 80 km koşup finişi gören ilk, tek gazeteci yazarım. Hadi cinsiyetçi de olayım; kadın yazar gazeteciyim ve kendi gazetemin spor sayfasında tek kelime haber olmadım.
Kendi köşem olmasa, yazık bana da. Kendini yazmak da taşlanan bir şey ya...
80 km koştuğumu yazmanın ayıbı da boynuma ek bir utanç madalyası icabında. Yıllarca çalış, aylarca antrenman yap, sürekli bilinçli beslen, çabala, oku, taşları ye yut ve umursama, yılma, devam et, yalnız ol

Bunları ben de yaşamasam anlamazdım sporculuğun, sportmenliğin harbi ne demek olduğunu. Bu yolda tanıştığım tüm sporcu arkadaşlarım sabrı ve azmi öğrettiler bana. Düşünün ne atletler, ne jimnastikçiler, ne sporcular bu ülkede ne kadar yalnız yetişiyorlar. Amaçları alkış mı, takdir mi, aferin mi?
Asla.
Gönül vermişler, yıllardır kendilerini adamışlar spora. İşte bu insanları tanımak, hatta onların arasında olmak benim en büyük mutluluğum, gururum ve eşzamanda yaram. Yaram, çünkü emeklerini biliyorum. İstiyorum ki haklarını teslim edelim! Biz sporcumuzu yıllarca görmezden gelip sonra da “Neden altın madalya yok? ” diye azarlamaktan başka ne biliriz, sormak isterim. Çocuklarımızı masa başında test başarısına köle etmekten öte başarıdan anladığımız nedir, eğitim politikalarına sorarım. “Madalya yok mu, kaçıncı oldun?” diye soran hadsiz, bilgisiz adamlara sormak isterim, “En son spordan bir yerlerin ne zaman ağrıdı a be densiz?” Türkiye’de sporcu olmak da, yetiştirmek de mucize.
Ne zaman ki kafamızda, bünyemizde, ruhumuzda, bedenimizde sporu külfet ve yorgunluk gibi görmekten çıkarır...
Sadece futbol izleyip küfretmeyi spor sanmaktan öteye geçeriz...
İşte o zaman bu ülke medeniyete yaklaşır.
Yonca
“kırık”

Haberin Devamı

Meme meme meme!

Haberin Devamı

Sürekli meme ve memelere dair göndermelerin hepsinin büyük olmasından bıktım. Memeleri küçük olan veya memesi olmayan, memelerini meme kanserinden kaybetmiş olan kadınların sürekli bu konuda tacize maruz kalmasından da sıkıldım.
Markaların büyük çoğunluğunun kadınlara en çok takviyeli, büyütücülü, abartıcı şekilli sutyen üretmesinden ve küçük memeleriyle mutlu, büyük göstermek istemeyenleri görmezden gelmesinden de şikayetçiyim.
Memem küçük. Büyütesim yok. Mutluyum.
Sağlıklı oldukları için her daim şükrediyorum. Memelerin büyüklüğüne, küçüklüğüne bakılmadan da meme kanserine farkındalık yaratılabilsin isterim.
Küçük memeli olduğumdan balenli sutyenlerin sürekli bir yerime batmasından da sıkıldım. Sırf kendi nefsini terbiye edememiş tacizciler yüzünden sutyen giymek zorunda kalan bir insan olarak, her türlü büyük meme göndermesine “Yeter!”
demek istiyorum.
Meme büyük küçük o bu şu demeden, cazibeyi illa şekille ilişkilendirmeden de meme kanseri farkındalığı yaratacak bir fikir arıyorum.
Memelerinizi düzenli, hatta sık sık kontrol edin, ettirin arkadaşlar.
Budur.
Yonca
“memeli”

Yazarın Tüm Yazıları