Paylaş
Canımız sıkılsın sıkılmasın, hemen çay devreye giriyor. Çay içmek için bahaneye gerek yok. Çay hep var.
Çaylar geldi mi, ortam birden ısınıyor, herkes gevşiyor.
Demlendi mi tavşankanı çaylar, höpürdettin mi iki yudum, dertler sanki hüüüp buharlaşıveriyor.
Ben küçükken çay içmezdim.
Üniversitede kantin müdavimi olunca çaysever oldum.
Sohbetin çaylar gelmeden başlayamadığını gördüm.
Başlayan sohbetlerin, çaylar tazelenmeden devam edemediğini gördüm. Çaylar bayatlayınca sohbetin de tadı kaçtı, şahit oldum. Çay kaşığının şıngırtısı, çekilen her yudumun höpürtüsü, ince belli sıcak bardağın parmak uçlarını yakması; hepsi bir bütünün, aynı hikayenin vazgeçilmez parçası.
Çay da emek ister.
Deminin tutturulması hem el alışkanlığından hem de tanıdık bir çay olmasından geçer. Alışılmış çayın tadından vazgeçip yenisine ayak uydurmak, zaman ister.
Tatlı bir tutuculuk vardır konu çay olunca. Tutuculuk da değil o, sadakat.
Ben mesela, beklemeyi sevdiğimden, beklemeye değdiğinden, çay mutlaka demlensin isterim, uzuuuun uzadıya.
Kırmızısı tam oluncaya kadar o tanıdık koyu kıvamda.
Demlik porselen olsun isterim. Çay tadını topraktan aldığı gibi, toprakla da tadını pekiştirsin isterim demlenirken sabırla.
Semaverden içmeyi sevdiğimden, hele de odun ateşinde demlenmiş çayın tadını bildiğimden, üşenmedim ta Dubai’ye kadar taşıdım.
Odunlarımı yakıyorum.
Ateşi besliyorum. Çayı bir güzel odunda demliyorum.
Sıcağı bambaşka oluyor, kırmızısı da.
Semaver mantığını anladığımdan beri, çayla ilişkim daha da pekişti.
Ateş ve su dengesini tutturmak için tecrübe gerekiyor. Çok ateş oldu mu, iyi demlenmiyor. Çok su oldu mu, kaynayana kadar odun tükeniyor. Denge şaştı mı, baca anlamsızca tütüyor.
Yalap şap yaptığın çaydan 10 tane içsen doymuyorsun, semaverde odun ateşinde emek vererek yaptığın çaydan 2 tane iç, üçüncüye gerek duymuyorsun.
Rengi koyu diye aldanma sakın, tadı enfes, doyamıyorsun.
Emek verdiğinden belki de, ne çayı ne ateşi ziyan ediyorsun.
O yüzden çok sinir oluyorum poşetlenip boğazından sallandırılmış haline.
Çok üzülüyorum ince belli bardakların, demlenmiş çayların, süzgeçten sızıp bardağa kaçan yaprakların unutturulma tellalliğine.
İnce belli çay bardağını kadına benzetiyorum.
Belinden kavrıyorsun, dolgun kalçalarında demini saklıyorsun.
Parmak uçlarını yakıyor, dudaklarını narince dokundurarak yana yana içiyorsun.
Müziği var kaşıkla dansında. Çalkala yavrum çalkala...
Onlarca şey yazarım bir çay ve ince belli bardağı adına.
Çok az şeyimiz kaldı zaten bize ait, bizden olan.
Bize ait olan şeylerden de, hikaye ve tarihinden de pıt diye vazgeçiyoruz.
Kıydığımızın farkına bile varmıyoruz.
Turist olup bize gelsem, farklı olanı görmek ve tatmak isterim. Bize ait şeyleri yaşamak isterim.
Hikayesini yazar, tarihini, şeklini şemalini ballandıra ballandıra anlatır, belinden kavratıp bizim gibi içmeye özendiririm.
Otellerimiz neden önayak olmaz buna?
Nereye gitsem poşette sallama çay veriyorlar bana. Soğuk, mekanik bir beyaz bardakta. Rengini göremiyorum, sıcağını hissetmiyorum. Duygusuz geliyor o şey bana.
Çay markaları, siz sahip çıksanıza ince bellide içilen yapraklarıyla demlenen çaya.
Dünyanın yerel lezzetleri, özellikleri değil midir esas olay?
Belki minicik bir detay. Ama bizim için köklü bir gelenektir ince bellide içilen demlenmiş çay.
“Şeytan detayda gizlidir” dediğimiz, kendimize has şeylere gelince geyik kalmasa...
Hadi şekerim...
Demle bir çay.
Yonca
“Çaydanlık”
Paylaş