Paylaş
Askeri cezaevindeydim.
Açık görüşte.
*
İsmet Çınkı, Sami Yüksel, Cüneyt Küsmez, Can Bolat, Bülent Olcay, Ender Kahya, Fahri Yavuz Uras, Gürsel Çaypınar, Derya Günergin, Berker Emre Tok, Ali Yasin Türker, Baybars Küçükatay, Levent Kerim Uça, Cem Okyay, Hasan Özyurt, Önder Çelebi, Erdinç Altıner ve aileleriyle birlikteydim.
*
Ortak özellikleri...
Hepsi kurmay albay.
Hepsi sınıfının birincisi.
Hepsi generallik bekliyordu.
Hepsi içerde!
*
Komodor var aralarında, amiral yetkilerine sahip filo komutanı yani... Donanmanın gözbebeği Oruçreis ve Gelibolu fırkateynleri nasıl yüzüyor bilmiyorum, çünkü, şu anki komutanları hapiste. Yıldırım, Gökova, Yavuz, Gemlik, Gediz, Salihreis fırkateynlerinin eski komutanları da orda... Hepiniz fırkateyn mi kullanıyorsunuz birader dedim, biri denizaltı komutanı çıktı. Bordo bereli var. Pilot var.
*
Pilot albay’ı bir başka albay pilot’la birlikte, İMKB’yi basmakla suçlayıp, içeri tıkmışlar. Bu pilot, burda. Öbürü nerde? THY’de uçuyor iyi mi... Sanırım, Atatürkçüysen buraya konuyorsun, badem’sen pırrr.
*
Roma ataşesi orda.
Bir diğer “ortak özellik”leri bu... Paris’te, Atina’da, Kabil’de, Yeni Delhi’de, İslamabad’ta “ataşe” olarak görev yapmışlar. ABD, Fransa, Almanya, İspanya, 50’den fazla ülkede Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmişler.
*
Girit adasında, NATO merkezinde görevli olanı mesela... Gel demişler, Beşiktaş’taki savcılığa gelmiş, tam geldiği gün, 13 şehit var, akşama kadar beklemiş, işimiz başımızdan aşkın, sen en iyisi Girit’e geri dön, sonra çağırırız demişler, peki demiş, Girit’e geri dönmüş, sonra gene çağırmışlar, gene gelmiş... Bizzat savcılık tarafından yurtdışına gitmesine izin verilen albayı “kaçma şüphesi”yle tutuklamışlar!
*
Kimisi Aden Körfezi’nden gelmiş tutuklanmak için, kimisi Hint Okyanusu’ndan... Gemisinin kasasında nakit üç milyon dolar varken, Libya’dan gelip, kaçma şüphesiyle tutuklanan var. Tutuklanacağı belli olmasına rağmen, “Birleşmiş Milletler görevini aksatma, tamamla, ondan sonra teslim ol” emri üzerine, kasasında 1.5 trilyon lirayla, 15 yurtdışı liman ziyareti yapan, sonra gelip teslim olan var.
*
Yunanistan’da görevli bulunan, daha bi enteresan... Hükümeti devirmek kastıyla, şu şu tarihte, Aksaz’da görevli bi tuğgenerali takip etmekle suçlanıyor. Şu şu denilen tarih, Kasım 2002’den önce... Yıkmaya teşebbüs ettiği hükümet henüz kurulmamış! Bu işlerden pek anlamam ama, yıkmak için önce bi hükümetin kurulması gerekmiyor mu? Tuğgenerali şu şu tarihte Aksaz’da takip ettiği iddia ediliyor, halbuki, o tarihten üç ay önce Gölcük’e tayin olmuş, taşınmış, arada hem üç ay, hem 700 kilometre var! Bitmedi... Şu şu denilen tarihlerde, bırak Aksaz’ı Gölcük’ü filan, gemisiyle beraber Yunanistan’ın Suda Limanı’nda! Üstelik, adının geçtiği bilgisayar diski’nin sahte olduğu, çok sonradan oluşturulduğu, üniversite bilirkişisi tarafından resmen tespit ediliyor. Gemi jurnallerini, raporları, şahitleri, fotoğrafları kanıt olarak mahkemeye sunuyor, hâkim “hımm, peki” diyor. 16 seneyi yapıştırıyor!
*
Ben hayatımda bu kadar onurlu, bu kadar çelik iradeli adamları birarada hiç görmedim. Gülümseyerek konuşuyorlar. Yazayım çizeyim, hiçbir beklentileri yok. Sadece eşleri ve çocukları için endişe ediyorlar. Aile fertlerinin telefondaki ses tınıları onlar için her şeyden önemli... Canlarını sıkkın, morallerini bozuk hissederlerse, 16 seneden ağır geliyor. Bazıları sohbet sırasında izin isteyip, yan taraftaki sahada, ziyarete gelen çocuklarıyla basketbol oynadı. Kızlarının, oğullarının bir anlık kahkahası, onlar için dünyaya bedel... Maalesef, bazılarının isimlerini özellikle vermedim. Çünkü, bazılarının 85-90 yaşındaki ana-babalarının haberi bile yok. Eşleriyle konuşma vakitlerinden vazgeçip, telefon haklarını mecburen ana-babalarına ayırıyorlar, yurtdışında görevdeyim diyorlar.
*
Bir kez daha görüyorum ki...
Sınıflarında birinci, kariyerlerinin zirvesindeki bu pırıl pırıl adamları, nizami rekabetle geçmeleri, komuta kademesindeki ilerleyişlerini durdurmaları “normal şartlar”da asla ve asla mümkün değil... Tek yol var. Önce içeri tıkmak, sonra silahlı kuvvetlerden atmak. Başka yolu yok.
*
Ve astsubaylar...
*
Tuncay Küçük, Cafer Uyar, Bülent Akalın, Canatan Turgut, Murat Dülek, Kenan Yüce... Denizci astsubaylar. Onlar da orda yatıyor. Onlarla da görüştüm. “Bize cüzzamlı muamelesi yapmayan herkese minnettarız” diyorlar. Hepsi çoluk çocuk sahibi. Kimisinin kızı üniversitede okuyor, kimisinin oğlu otistik... “Aklım hep onda” diyor, “Hayatı öğrenip, anlamaya çalışıyor, gerçi, öğrenip anlasa da, bu hayatın ne işe yarayacağını bilmiyorum ama, yine de çabalıyor işte” diyor!
Bir tanesi ise, ömrümün sonuna kadar unutamayacağım şu benzetmeyi yapıyor: “Son günlerde kimliği merakla aranan bahtsız bedevi var ya... Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki 96 bin astsubayın arasından seçilen bizleriz o bahtsız bedevi!”
*
10 Kasım sabahı...
Kıdem sırasına göre dizilip, tören yaptılar, Atatürk’ü andılar. Sonra, açık görüşe çıktılar, bi çadırın içinde aileleriyle kucaklaştılar. Tek tek tanıştık. İlk sordukları soru, helikopterdeki 17 şehitti. Kimlerdi, nasıl olmuştu, nereliydiler filan... Gazeteciyim ya, hadiseyi bütün detaylarıyla anlattım.
“Bilmiyorum” dedim!
*
İki saat kadar sohbet ettik.
Belki öyle zannedebilirsiniz ama, mahkeme konuşmadık. Konuşmuyorlar. Yukarda anlattığım “hukuki vaziyet”i, internetten, yayınlanmış haberlerden derledim.
Çünkü, sadece, “Ömrümüzü vatana verdik, helali hoş olsun, suç işlemedik, suça karışmadık, bu komplonun neden kurulduğunu da tahmin ediyoruz, gerekçeli kararı bekliyoruz” diyorlar. Hepsi o.
*
Çocuklarımızdan, büyüdüğümüz şehirlerden, okul maceralarımızdan bahsettik, sağlık durumlarını konuştuk; bir tanesi beyin ameliyatı olmuş, öylesine sakin anlatıyor, sanırsın bademcik ameliyatı oldu. Denizci subayla evlenip, Gölcük’e yerleşen ve eşi hapse atılan Koreli gelin’den sözettik, ki, yazsam film olur.
*
Prosedürü bilmediğim için, öküz gibi, eli boş gittim. Çay ikram ettiler. “Boyoz bulamadık, kusura bakma” dediler. Baybars albay’ın beş yaşındaki kızı Beray geldi, piti piti yaklaştı, “Size İzmir’in dağlarında çiçekler açar’ı söyleyeyim mi” dedi, 10 Kasım için, babasına sürpriz için ezberlemiş, baştan sona söyledi, alkışladık. Bu kadar gurur duyarken, bu kadar utandığımı hiç hatırlamıyorum.
*
Neticede süre doldu.
Uğurlarken, Milgem projesiyle inşa edilen, ilk Türk savaş gemisi “Heybeliada”nın şapkasını hediye ettiler bana, hatıra olarak... Ayrıldık. Tel örgülerin arkasından el salladılar.
Hepinize selamları var.
Paylaş