*
Haklı, küfür elbette yakışmıyor.
Ama...
*
Bedensel engelli eşini keser’le yaralayan koca, baktı yaşıyor, kaynar suyla haşlıyor.
*
Zırhlılar körfeze demirlemiş, Yunanca “vatan” anlamına gelen yolcu gemisi Patris, turist getirircesine pasaport iskelesine yanaşmış, işgal ordusu “vatan toprağı”mıza ayak basmıştı. Haçı havada, etekleri zil çala çala koşan Aya Fotini Kilisesi’nin papazı Hrisostomos, evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girersiniz diyerek, atıyla inen sancaktarın çizmelerini öpüyordu.
*
İnce, uzun, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı ortaya, aniden... Elinde, revolver tabir edilen toplu tabanca, gözü kara, olamaz diye bağırıyordu, böyle güle oynaya giremezler! Son sözü buydu. Gazeteciydi. Selanik’te doğmuş, Mustafa Kemal’in de sıralarında oturduğu, Şemsi Efendi Mektebi’nde okumuş, Paris Sorbonne’da siyasal tahsili görmüş, İzmir’e yerleşmiş, Sudiye hanımla evlenmiş, oğlu olmuş,
Hukuk-u Beşer, yani, İnsan Hakları gazetesini çıkarmış, Türk basınında “kadınların hak ve özgürlüğü”nü savunan ilk erkek olmuştu.
*
Bastı tetiğe, peş peşe, trak trak trak... Efsun alayının sancaktarı düştü atının sırtından, karpuz gibi. Kahkahalar suratlarında dondu kaldı, zaman durmuştu sanki. Önce sessizlik, sonra panik. Anladılar ki, tek kişi. Sarıverdiler çevresini, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse, orasına. Şehit olmuştu Hasan Tahsin. Henüz 30’unda.
*
Celtic-Rangers.
Biri Katolik.
Biri Protestan.
Din derbisi’dir.
(Katolik santrfor Johnston, Rangers’a transfer olduğunda evi yakıldı. Maçı Johnston’ın golüyle 1-0 kazansalar bile, Rangers taraftarları “0-0 bitti” diyordu!)
*
Arjantin.
- Saçın ıslak ıslak çıktın ondan.
- Başım dönüyo...
- E bi şey yemiyorsun, açlıktan.
Anam ilkokul mezunuydu.
Ama, doktordu.
Popoma fitil sokan tek kadın.
Eczacıydı aynı zamanda...
Fenerbahçe mi?
Galatasaray mı?
Aman diim...
Başkası kaldırmasın!
Çünkü... İlk Dünya Kupası’nı Fransız heykeltıraş Abel Lafleur yapmıştı. Louvre Müzesi’nde sergilenen Kanatlı Zafer heykelinden esinlenmişti. Mitolojideki tanrıça Nike’ı simgeliyordu. 35 santim boy, 3.8 kilo, altın kaplama, gümüştü.
1938’e kadar kazasız belasız geldi. Fransa’da yapılan ve İtalya’nın kazandığı Dünya Kupası’ndan sonra ikinci dünya savaşı patladı, İtalya Futbol Federasyonu Başkanı Ottorino Barassi, kupayı bi ayakkabı kutusuna koydu, savaş bitene kadar yatağının altında sakladı.
1966’da, o yılki ev sahibi İngiltere’ye getirildi, Londra’da sergileniyordu. Bi sabah baktılar ki, yok... Kupa kaldırılmış, araklanmıştı! Kamuoyuna açıklanmadı.
Hesapta, dünyanın haberi olmadan belki buluruz diye umuyorlardı. Gel gör ki, kupa’yı çalanlar yakalanmadan, İngiltere Futbol Federasyonu enselendi. Belki bulamayız diye, çaktırmadan, ünlü gümüşçü George Bird’e gitmişler, araklanan kupanın çakması’nı sipariş etmişlerdi. Haber basına sızdı, manşet!
Forvet oynamayı, çalım atmayı seviyor, stili Şeytan Rıdvan’a benzediği için, Rado lakabıyla tanınıyordu. Minikler liginde İstanbul şampiyonu oldu, Fenerbahçe’yi yendiler, golü o attı. Düştü bi gün, kolu kırıldı, iyileşip döndüğünde antrenörü defansa koydu, morali bozuldu, çıkardı futbolcu formasını, babası gibi, hakem gömleği giydi. 17 yaşında.
*
Reşit bile değildi. Gençleştirme projesi kapsamında, ailesinin izniyle, ilklerden biriydi. Asistan hocası, babasıydı. Birinci hocası ise doktor-hakem Ahmet Çakar’ın, doktor-hakem babası Mustafa Çakar’dı. Bu arada, Kocaeli Üniversitesi’ni kazandı, işletme diploması aldı.
*
Ahlaksız
Vatan haini
Kalleş
Tecavüzcü
Salak
Pespaye
Kepaze
*
Sağımda cemiyet başkanı oturuyor, solumda belediye başkanı, tam karşımda yönetim kurulu başkanı, onun iki tarafında kadın kolları başkanı’yla üniversiteden anabilim dalı başkanı... Masada “başkan” olmayan bi ben vardım, ki, cep telefonum çaldı, arayan kulüp başkanı!
*
“Başkanım merhaba, başkanlarlayım” dedim, “hangileri?” diye bile sormadı, “başkanlara saygılar” dedi, ki, masadaki başkanlar da “kim o?” diye merak etmeden, “başkana selamlar” dedi.
*
Bu memlekette...
7 milyon kişi başkan.