Paylaş
Yeni yılın ilk dakikalarında, kitap okuyordum.
Yeni yıl için satın aldığım, kuzu kadar Amerikan hindisi didiklenmiş, ortanca oğulcuğum Yağız'ın doğum günü pastası servisi bitmişti.
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde hukuk tahsili yapmakta olan Yağız, yılbaşı için eve dönmüştü. Ona baktıkça on sekiz yıl öncesinin yılbaşı gecesini hatırlıyordum. Yaşamımda aldığım en güzel yeni yıl armağanıydı.
Kucağıma almış, usulca uzun uzun koklayıp bağrıma basmıştım.
Şimdi pastasının üzerindeki 18 mumu bir üfleyişte söndürüyordu.
Şeker hastası olan yetmiş beş yaşındaki kayınpederim, ‘‘komaya da girsem yiyeceğim!’’ diyerek, pastadan bir ufak dilimi götürüyordu.
Sonra Yağız ve Müfit odalarına çekilip bilgisayarda futbol maçı oynamaya başlıyorlar, karım, kaynanam ve kayınpederim, TV izlemeye dalıyorlardı.
Ben de elime bir kitap alıp, salondaki koltuğuma oturuyordum.
Daha önce belki beş kez okuduğum bir kitaptı. Ama okumaya doyamıyordum.
Ve bir ara başlık, ilk kez dikkatimi çekiyordu:
‘‘Kendini yaşamak.’’
* * *
Başlık, Profesör Dr. Engin Geçtan'ın ‘‘İnsan olmak’’ adlı kitabındaydı.
‘‘Zaman insanı sınırlar. Ama çoğu insan, şimdi yapamadığını ilerde yapacağı sanısındadır; önündeki zamanı sınırsızmışçasına harcar. Aslında insanın en önemli yanılgısı da budur.’’
Bu cümle, bana Charles Aznavour'un ‘‘Je t'attends'' (Seni bekliyorum) şarkısını anımsatıverdi. Aznavour, bu şarkıda şöyle derdi:
‘‘Seni bekliyorum- Gel geç kalma, Nerden gelirsen gel-Kim olursan ol- Gel zaman geçiyor-Seni bekliyorum- Benim meçhul rüyam- Adın nedir- Gayen nedir- Benimki aşktır.’’
Engin Geçtan, her insanın içinde bir hayvan yaşadığından söz ediyor ve ‘‘içimizdeki hayvan ölçüsüz bir davranışa neden olduğunda onu affedebilmeliyiz’’ diyordu. ‘‘Üstelik arada bir bize zararsız bir şekilde egemen olabilmesine de fırsat tanımalıyız.''
Acaba yaşlanmak içimizdeki hayvanın yavaş yavaş ölmesi anlamına mı geliyordu? Benim içimdeki hayvan can mı çekişiyordu?
Artık kendimi yaşamak istiyordum ama; hayvanım istemiyor gibiydi.
* * *
‘‘Kimi öyle bir paniğe kapılır ki, konuşmuş olmak için konuşarak sessizliğe son verir. Tedirginliğinden kurtulur ama ortaya çıkabilecek otantik bir süreci de öldürmüş olur. Böylesi insanlar için sessizlik ya da herhangi bir ucu açık süreç, belirsizlik olarak yaşanır. Geleceği güvence altına almak isterken, ileriye doğru taşınabilecek süreçleri kapatır, yaşamın özünü yok ederler.’’
Bir önceki bölümün son paragrafına gözlerim takıldı; okudum:
‘‘... Dünyada iki tür insan vardır. Yaşayanlar ve yaşayanları seyrederek onları eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler.’’
Gülümsedim, ben birincilerdendim ve öyle kalacaktım. Çevremde bir büyük sessizlik hissettim; herkes uyumuştu. Kalkıp oğlanları öptüm, tahtalara vurdum, kulaklarımı çektim. Yatmadan önce bir satır daha okudum:
‘‘Özgür insan daha az korkar; çünkü sevebilir.’’
Paylaş