Ne kadar zengin bir ülkede yaşadığımızın farkına bir varabilsek, yoksulluğumuzdan utanırdık herhalde... Hani derler ya; ‘‘Varlık içinde yokluk çekiyoruz’’ işte bizim halimiz, öyle birşey. Nelerden bahseceğimi çıkaramadınız, değil mi?.. Tarih, kültür, yeraltı, yer üstü kaynakları, ve daha neler neler... Bunca çeşitlilik ve bolluk içinde ne anlatacağımı öngörmeniz mümkün değil. İşte, bütün bunlar bile, ülkemizin ne kadar zengin olduğunun işareti... Her açıdan böylesine zengin bir yerde yaşayıp yoksul olmak, bize özel bir durum olsa gerek. Elimizdeki nimetlerden haberimiz yok. Ve, haberdar olmak için de neredeyse hiçbir gayret göstermiyoruz. Düşünebiliyor musunuz? Bir memleket ki, son derece geniş bereketli topraklara sahip. Bir memleket ki, çorak topraklarında bereketli bitkiler yetişiyor. Kısacası bereketli bir ülkede yaşıyoruz, vesselam... İyi de bunun farkında olmayınca, kaç para eder? İşte yine öyle kös kös oturup, ne iş yapsak da para kazansak diye düşünüyoruz. Birazcık etrafımıza bakınsak, (Tabii istekle) görmeye, anlamaya çalışsak, biraz gayret göstersek, yoksulluğu öyle bir kovacağız ki, bir daha yanımıza bile sokulamayacak. Fakaaat, biz ne yapıyoruz?.. Zenginliğimize sahip çıkmak yerine, bir mirasyedinin tavrıyla varlığımızı tüketmekten başka birşey yapmıyoruz. Şu sahip olduğumuz toprakları yeterince bir değerlendirebilsek, bize yetecek. Diğer kaynaklara neredeyse gerek bile kalmayacak. Örneğin, şu ‘‘Kapari’’ denilen bitki... Bir yıl önce son derece yoğun bir kampanya başlatılıp bitkinin tanıtımı esaslı bir biçimde yapıldığı halde ne olmuş?.. İnsanlar ne kadar ciddiye alıp ne kadar üzerinde durmuşlar?.. Aslında, bilen biliyor ve senelerdir toplayıp satıyor, ihracaatını yapıyor. Fakat, sahip olduğumuz potansiyelin karşılığında bu çalışmalar çok zayıf kalıyor. Yani, bu işte çok ekmek var. Var da, yapan yok... Sonra da yoksulluktan şikayet ediyorlar. Onca tanıtımın üstüne, çevremde tanıdık tanımadık kim varsa, sordum. Kimsenin haberi yok. Olanlar da tesadüfen markette kavanozun içinde görüp, ne menem birşeydir, diye tadına bakmak için almış da oradan biliyor. Üstelik, kavanozun üzerindeki etiket ‘‘Yabancı’’ içindeki ise, ülkemizin yemişi. Hem de Karadeniz Bölgesi hariç heryerde ibadullah yetişiyor. Yetişiyor da, haberimiz olmadıktan sonra, ne fayda... Elin Avrupası, Amerikası biliyor, satıyor, yiyor, biz de onlar yediği için tadına bakıyoruz. Peki, bizim olana niye sahip çıkmıyoruz? Niye biz yapıp satmıyoruz? Niye biz, üretmiyoruz? Niye, biz kendiliğinden yetişmiş mahsulümüzü toplayıp değerlendirmiyoruz? Niye bilmek için gayret sarfetmiyoruz?Kökleri, gövdesi, yaprakları, tomurcukları, yemişiyle böylesine her tarafı işe yarayan, kolay yetişen, ekip-biçmesi büyük emekler istemeyen bir bitkiyi hayata geçirmiyoruz?Üstelik şifalı bir bitki... Neredeyse, her derde deva...İlaç sanayiinden boya sanayiine, kozmetikten lüks lokantaların masalarına kadar her yere giren, böylesine zengin yönlere sahip bu bitkinin toprak ve bakım açısından da ne kadar kanaatkar olduğu gözününde bulundurulacak olursa, gelecek çağın bitkisi diyebiliriz. Öyle ya, yangınlar devam edecek olursa, yakında bütün her yer çöl olacak. Eee, bu bitki de çorak ve kurak arazilerde yetiştiğine göre, geleceğin bitkisi olduğu gün gibi aşikar. Aslında, böylesine zengin özellikleriyle birlikte bir de toprağın derinliklerine adamakıllı uzanıp kökleriyle sıkı sıkı toprağa yapışarak erozyonu önlediğini de öğrendikten sonra, günümüzün bitkisi olduğunu söylemek gerek. Anadolu topraklarında kendiliğinden yetişen bu bitkiye aslında bütün zamanların bitkisi demek daha doğru olacak. Çünkü, çok eski zamanlardan beri biliniyor. Aristo ve Hipokrat, eserlerinde bu bitkinin tomurcuklarında bir çok ‘‘Sırlar’’ olduğunu yazıyorlar. Eski Mısır'dan Eski Yunan'a kadar heryerde karşımıza çıkıyor. Evliya Çelebi ünlü eserinde Çorum'u tanıtırken, ‘‘... toprağında gebre adında bir yemiş olur ki, turşusu yapılır, gayet faydalıdır’’ diyor. Demek ki, Anadolu'nun kimi yerleri tanıyor, biliyor, salamurasını yapıp yiyor fakat, bunu, her ne hikmetse, iş edinmiyor. Söz Anadolu'ya gelmişken ‘‘Kapari’’ adıyla anılan bu bitkinin yörelere göre değişen adlarını da hemen belirteyim. ‘‘Kedi tırnağı, hint hıyarı, it hıyarı, it kavunu, kargakavunu, yılan kabağı, menginik, cimbom, gevil, yumuk, bugo, bubu, kepekçiçek, berikemeri, şeballah, devedikeni, keper, kepere, kepre, gebre, gebere, geber otu’’Bu kadar çeşitli adı olan ‘‘Kapari’’yi kimbilir, belki siz de biliyorsunuz. Fakat, Almanların bu bitkinin tomurcuklarını sos ve salamura olarak tam 472 çeşit yemekte kullandıklarını sanırım bilmiyordunuz. Böylece, öğrenmiş oldunuz. Elbette ki, öğrenmekle yetinmeyelim. Hemen kolları sıvayalım ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünü arayalım. Ya da bulunduğunuz yerdeki Orman Fidanlık Müdürlüğünü... Tam bir milyon kapari fidanı ve bunların geliri sizi bekliyor, diyorum, Yasemin'ce...