Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Yunus ve çocuk

Geçen hafta Ege'nin en güzel sularının oynaştığı Çeşme'deydim. En güzel suları diyorum, çünkü pırıl pırıl parlayan zümrüt yeşilinin maviye çaldığı şeffaf ve ışıltılı sulara başka bir yerde rastlayamazsınız. Görünüşü bile içinizi serinletiyor. Kendinizi sulara bıraktığınızda, ‘‘işte, hayat bu’’ diyorsunuz. Ve bir kez daha Su'yun hayat verici olduğunu anlıyorsunuz. Bir de bu sular Altın Yunus'un kıyısında olunca bir başka güzel geliyor.

‘‘Altın Yunus’’ Çeşme'deki otellerden birinin adı. Fakat, otel deyip geçemeyeceğiniz bir yer. Bir defa Türkiye'nin ilk bin yataklı büyük oteli olma sıfatına sahip. Üstelik o zamandan bu zamana bir çok otel yapılmış, el değiştirmiş, ad değiştirmiş fakat, Altın Yunus adıyla, kalitesiyle zerre kadar değişmemiş. Elbette ki, geçen zaman sürecinde kendini yenilemeyi bilmiş. Yoksa, ayakta kalmayı başaramazdı. Üstelik bu yeniliklerin bazıları öylesine keyifli, öylesine dinlendirici ve hayat verici bir niteliğe sahip ki, hem tatil yapıyorsunuz, hem de sağlığınıza kavuşuyorsunuz.

Mesela ben burada kaldığım sürece sabah saatlerinde doğru plaja inip öğlene kadar olan saatleri başka bir yerde bulamayacağım şeffaf pırıltılı suların içinde geçirdikten sonra öğleden sonraki saatlerimin tamamını sağlık merkezinde geçirdim.

Hemen bütün bir öğleden sonraki zamanınızı alacak kadar çeşitli sağlık servisleri veriyorlar. Önce Adriyatik denizinden gelme çamurlara kendimi buladıktan sonra püskürtülen sularda temizlendim. Sonra ‘‘aromaterapi’’ye girdim. Şimdiye kadar aromaterapinin böylesine rastlamamıştım. Öğrendiğime göre Türkiye'de bu türlüsünün ilk uygulandığı yermiş. Merak ettiğinizi biliyorum, kısaca anlatayım. İçi sıcak su dolu kuvetin içine aromatik yağları karıştırıyorlar. Siz de bunun içine uzanıp kendinizden geçiyorsunuz.

Şimdi, ne var bunda, biz evimizde de bunu uyguluyoruz zaten diyebilirsiniz. Fakat, bu küvetin bir özelliği var. Sağınızdan, solunuzdan kuüvetin çeşitli yerlerinden sular fışkırıyor ve vücudunuzu öyle bir okşuyor ki, loş ışıkta suyun sesi ve vücudunuza yaptığı yumuşak masajla kendinizden geçiyorsunuz. Ben bunu öyle sevdim ki, mutlaka bu küvetten bir tane edinmek gerektiğini düşündüm. Neyse, sonra Goygun Hanım'ın usta parmaklarına kendimi bıraktım.

Yaklaşık bir buçuk saat süren masaj sırasında neredeyse, uykuyla uyanıklık hali içine geçtim. Anlayacağınız adamakıllı gevşedim.

Goygun Hanım, Fransa'da bu işin eğitimini almış. Şiyatsu ile birleştirdiği özel bir masaj tekniği var. Ve parmakları sırtınızda öyle bir dans ediyor ki, kendinizden geçiyorsunuz. Daha doğrusu onun masaj tekniği tam benim sevdiğim türden.

Tabii masajdan sonra odanıza çıkıp yaklaşık bir, bir buçuk saat kestiriyorsunuz. Uyandığınız zaman yeniden doğmuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Daha doğru söylemek gerekirse, kendinizi kelimenin tam manasıyla dinlenmiş hissediyorsunuz. Artık akşam yemeğini yemeye ve gecenin keyfini çıkartmaya hazırsınız.

Elbette ki, kaldığım iki gün boyunca ben de böyle yaptım. Bir gece Dalyan Köyde'ki Borsa Restorant'ın başka bir yerde yiyemeyeceğiniz deniz ürünlerini yemeye gittim. Bu kez ‘‘kalamar dolma’’ mantarlı geldi ve önceki kadar lezzetliydi. İstiridyeler de daha farklı hazırlanmıştı. Böylece daha farklı lezzetleri tatma fırsatını bulduğum için sevindim.

Ertesi gece ise, ‘‘Altın Yunus’’un ‘Baküs’ adlı restorantını mutlaka görmemizi öneren otelin Müdürü Önder Bey'in ne kadar haklı olduğunu anladım. Bir defa restorantın konumu öyle bir seçilmiş ki, denizin karşı yakasında İzmir'i ışıl ışıl seyrediyorsunuz. Tabii elmas taşları gibi parıldayan yıldızların altında. Servis ve yemeklere canlı müzik eşlik ediyor ve siz de bir İzmir gecesinde böylece kendinizden geçiyorsunuz.

Durmadan ‘‘kendimden geçtiğimi’’ söylüyorum. Ama, şayet gidip bir kaç gece konaklayacak olursanız, ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınız. Kimbilir, bu kendinden geçme hali, ‘‘Altın Yunus'a adını veren efsaneden kaynaklanıyordur, kimbilir?...

Antik çağda Türkiye'nin güneybatısında; kuzeyden Büyük Menderes (maiandros), batıdan Ege Denizi, güneyden Akdeniz ve doğudan Dalaman (Indus) Çayıyla çevrili topraklar Karya (Caria) diye adlandırılırdı. Karya'nın ilk başkenti Milas (Myllassa), ikinci ve son başkenti Halicarnassos (bugünkü Bodrum) idi. Anadolu'nun yerli halklarından olan Karya'lılar, savaşçı ve denizci bir halktı.

Onlar denize ilk açılan halklardan olup balıkçılık, süngercilik gibi işlerle uğraşıp deyim yerindeyse, Karya'lıların ‘‘bir ayağı denizde’’ idi...

IASSOS'LU HERMIAS VE YUNUS

Iasos'lu gençler, bir yaz günü Gymnasium (spor da yapılan öğretim kurumu) avlusunda oynadıktan sonra kendilerini, Ege Denizi'nin duru mavi sularına bıraktılar. Orada da sürdürdüler şakalaşmalarını, oynaşmalarını.

Çocuklar bir süre sonra döndüler kıyıya. Bir de baktılar ki; en yakışıklıları Hermias yok! Önceleri oyun ediyor, şaka yapıyor sandılar. Aradılar, taradılar, yok!

Anası dışında herkes umudu kesti Hermias'ı bulmaktan. Ana yüreği bu; hem de Hermias gibi dünya yakışıklısı bir delikanlının anası, nasıl yitirir oğlunu bulma umudunu?...

Hermias'ın anacığı, o günden sonra, gün yirmi dört saat, ayrılmaz oldu deniz kıyısından. Hani biricik oğlunun ölüsü, saçının bir teli, giysisinin bir parçası kayaya vurur mu diye... Gözlerini enginden ayırmaz oldu acılı kadın.

Günlerden bir gün, Iasos'lu bir balıkçı sefer dönüşü kıyıya dönerken bağırdı:

-Gördüm, Hermias'ı gördüm.

Balıkçı, çevresinde toplananlara anlattı:

‘‘Hermias, bir yunus balığının sırtındaydı. Bana el etti. Varam dedim, yetişemedim. Yunus üstündeki Hermias, ak köpüklü mavi dalgalar arasında ıradı gitti...’’

Hermias'ın anasından başka kimse inanmadı bu balıkçıya.

Öyle ya; Hermias'ın yunus sırtında gördüğünü söyleyen balıkçı ya yalan söylüyordu ya da ona öyle gelmişti...

Çok geçmeden bir başka balıkçı, ardından bir başkası, daha sonra daha başkası, hep aynı haberi ilettiler:

-Hermias'ı yunus üzerinde gördüm...

Gün geldi, Hermias'ı yunus üstünde gördüğünü söyleyen balıkçıların sayısı, görmeyenlerin sayısını aştı. ‘‘Yunus üstünde Hermias’’, söylence gibi dillerde dolaşır oldu...

Aradan nice zaman geçtiyse geçti, bir gün Hermias öldü. Eceliyle mi, yoksa boğularak mı öldü, bilmiyoruz. Ama öldü...

Yunus balığı, yıllarca deniz yoldaşlığı ettiği Hermias'ın cesedini atıvermedi denize. Onu aldı, ilk aldığı yere, Iassos Gymnasium avlusuna getirdi. Kendisi de dönmek istedi de dönemedi mi, yoksa dönmedi mi; bunu da bilemiyoruz. Bildiğimiz; yunus balığının da, Hermias yanında ölmeye yattığı...

Iassos'lular çok etkilendiler bu durumdan.

Hermias' Yunus balığı üstünde gösteren heykeler yaptılar. ‘‘Yunus üstünde Hermias’’ heykellerini daha çok, çeşme taşı olarak kullandılar. Böylece demek istediler ki:

-Ey insanlar, bu olaydan ders alın. Balığın dostuna gösterdiği bağlılığı, siz de birbirinize gösterin...

Sonraları insanlar, böylesine evrensel mesaj içeren söylencedeki Hermias'ın yerine, yunus balığı üzerine, Sevgi Tanrısı Eros'u koyar oldular.

(Bunların örnekleri, Efes Müzesi'nde görülebilir.)

Ve bir de İzmir-Çeşme'deki Altın Yunus Oteli'nin önünde.

Yazarın Tüm Yazıları