YAZI sevmiyorum, asla sevmiyorum ve bu sıcakta “yazı”yı da...
Oda klimayla serinlemiş de olsa, biliyorum ya camın ardındaki 36 dereceyi. Gün boyu emdiği güneşi gece kusan restoran bahçelerini, o bahçeye götüren asfaltı. Ardından geceyi... Sevmiyorum yazı. * * * Sadece sıcak değil, her şey mevsim normallerinin üzerinde çünkü. Bezginlik de, bardağında ısınan, içe terleyen rakı da... Buzhane balığı kadar yorgun bakıyor, buz kovasını tazeleyen garson. Feri kaçmış, herşeyin. Sıcaktan, yaprağın bile yeşili... “Soğuk çorba”, “ayran aşı” filan Adana’da, Antep’de yazın, sıcağa küfrederken icat edilmiş, belli. * * * Çöl sıcağını durma hatırlatan işbirlikçi rüzgarla, parklarda bile fön esintileri. Banklarda terleyen insanların yüzüne ısıtılmış berber havlusu gibi yapışmış sıcak. Ne alın yazıları okunuyor terden, ne geçmişleri... * * * Az ilerde, doğan görünümlü klimasız takalarında ter döken ve bu ıstırabı yolcusuyla da paylaşan taksiciler. “Buna sıcak mı diyorsun, cehennem burada”yı resmeden, dönerci. Bir damla su arayan kuşlar, sokak köpekleri, kediler. Ve her köşeye sinen abuk tatil kıpırtısı. Ya gitmekten, ya gidememekten... * * * Sıcak sahiller de artık ahbabım değil. Vıcık güneş kremi, bronzla(ş)ma filan da... Anime edilen beach geceleri, hiç değil. Hamam suyu, güney denizleri. Geçinmek istemiyorum sıcakla. Gönlüm yok. Benden pas...