Öncelikle oyun araçlarının, oyuncakların yetersizliği ya da pahalılığı etkiliydi bunda kuşkusuz.
Ancak mahalle oyunları, birlikte, topluca oyun oynama geleneği de, toplu amaca uygun "oyuncak" yaratma gerekliliğini ve hevesini ortaya çıkarıyordu.
Uzun, düzgün bir tahta, üstüne mandal çakılırsa tüfek, sapına dik açıyla başka bir tahta çakılırsa kılıç, telden iki tekerlek eklenirse araba, altına dört bilyeli rulman eklenirse bugünün kaykayının atası tornet, yatay, eğri bir tahta çakılırsa kızak, bir dala uzun bir lastikle gerilirse yay vb. olarak katılırdı yaşamımıza.
Yiyecekler bile oyun aracıydı.
Cevizle misket, nohutla tüf tüf...
Ve tabi tavuğun lades kemiği.
İki ucu olan ince kemik parçası, iki kişi tarafından çekilerek kırılır ve "Ladesim lades" denilerek oyun başlardı.
Oyuna katılanlardan birisi diğerinin eline bir şey, bir eşya verir ve eğer karşıdaki oyunu unutup,"Beni kandıramazsın" anlamına gelen "Aklımda" sözcüğünü söylemezse, o şeyi veren kişi "Lades..." diyerek oyunu kazanırdı.
* * *
Ladesin aslında bir unutturma ve aldatmaca/kandırmaca oyunu olduğunu, Mimarlık Şenliği 2008’insloganıyla anımsadım:
"Kent bir lades oyunu değildir.
Aklımda!"
Bu slogan o kadar çok şey ifade ediyor ki Ankara için.
Sloganı okur okumaz, çocukluğumdan bugüne kent fotoğrafları eşliğinde hatıralarım geçti gözlerimin önünden.
Unuttuğumuz, "Aklımızda" demediğimiz için kaybettiğimiz kent fotoğrafları.
Unutmak hazin bir döngüydü aslında.
Çünkü "Dur, aklımda..." demediğimiz, unuttuğumuz için kaybedilenlerin çoğu, "hafıza mekanlarımız"dı aynı zamanda.
Kendi hafızamızın flulaşması, kentli hafızamızı da yok ediyor, üstelik yarattığı koyu sisle yeniden üretimini de engelliyordu.
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tam bu süreçte "Aklımda!" diyerek giriyor devreye.