Paylaş
Üstü kapalı yerlerindeki “köylü pazarı”nı da atlamayın.
Oradaki taze, bahçe ürünü sebzeleri, meyveleri ve fiyatlarını görünce fahri pazar müfettişi arkadaşlar eminim epey söylenecektir:
“Yahu burada 1.5 liraya satılan domatesin kilosu Ankara’da 6.99... Hem de gerçekten bahçeden mi belli değil.”
(Şehirde fiyatlar yuvarlamalı olmaz malum)
* * *
Yol üstünde, Devrek’te mini mini Bastoncular Çarşısı’na göz atabilirsiniz.
Melon şapka eşliğinde metal yahut kemik, gümüş işlemeli, deri takviyeli klasik bastonları seven biri olarak ahşap/ağaç baston bana uzak olsa da, yine de ilginç, görülesi örnekler var.
Ve çarşıyı, Katip (Üsküdar’a Giderken) filmindeki bastonlu, koyu kırmızı fesli-ceketli Zeki Müren’den şarkılar mırıldanarak, kısaca dolaşmak mümkün.
* * *
Devrek’in ortasındaki sap gibi baston heykeli sizi bu küçük geziden soğutmasın. (Sap gibi çünkü zaten uzun sopanın ucunda sapı var)
Ben olsam (olmayacağım için söylemek kolay), o heykelde bastonu oralı bir simanın eline tutuştururdum.
Hatta bastonuyla Şarlo’yu bile dikseler bence daha uygun olurdu.
Hem Türk olduğu ortaya çıkan Noel Baba, kızılderililer filandan sonra yeni bir efsane de büyürdü, “mit”lere doğuştan meyyal topraklarımızda:
“Charlie Chaplin’in bastonu da Devrek’tenmiş...”
Bartın’dan sonra Amasra’ya ulaşıyorsunuz.
Amasra’nın iki hali var:
1. Yazın özellikle bayramlarda, resmi tatillerde Ankara caddelerinin kalabalığını, trafiğini andıran hali.
2. Bahar ve güz hali.
Tahmin edebileceğiniz gibi oralara “2. şık” dahilinde, hatta hafta içi giderseniz, olağanüstü bir halin kıyısına da gelirsiniz.
Hele ekim ayında balık mevsimine, lüferine, kalkanına denk gelirseniz, yanında Amasra salatasıyla bir başka...
Fakat yağmuru da sevmeniz lazım.
* * *
Balık dışında tatların da peşindeyseniz, Mustafa Cengiz Caddesi’nde yan yana sıralanan küçük pideciler ideal.
Trabzon yağlı, pastırmalı, kavurmalı, kapalı kıymalı pideleri, geleneksel tatlarıyla gerçekten güzel.
Bir de mönülere eklenen Amasra Pidesi var. Kaşar, domates, biber, az sucuktan başlayan 16 çeşit malzemesi olduğu söyleniyor.
Lakin... Pideye dair buluşlar çoğu kez onu pizzaya yakınlaştırıp, o klasik pidenin tadından uzaklaştırıyor.
Tıpkı geleneksel İskender Kebap’ı tahrif eden “soslu döner”, lahmacunu iğdiş eden peymacun gibi...
Tattığım Amasra Pidesi de bence böyle ve benim tercihim değil.
Aklınızda olsun Amasra’nın reçelleri de rengarenk.
Salı ve cuma günleri kurulan “Galla ya da Garıla Pazarı (Kadınlar Pazarı)” reçelin, marmelatın da cenneti.
Bu arada görmediğim ama duyduğum ilginç bir pazarı da yazıma eklemem gerek.
Gaziantep’te ve Halep’te Tembel Avrat Pazarı kuruluyormuş.
Sebzenin, hububatın ayıklanmış, doğranmış, soyulmuş, yıkanmış haliyle “pişirmeye hazır” satıldığı bir pazar.
Sarımsağın soyulmuşu, marulun, ıspanağın, semizotunun yıkanmışı, kabak, patlıcanın dolma için oyulmuşu, nane, maydanozun ayıklanmışı...
* * *
Nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama bir yazıda, Mazhar Alanson’un o ünlü “Sarı Laleleri” bu pazara uyarlanmıştı:
“Sana ayıklanmış sebzeler aldım, Tembel Avrat Pazarı’ndan...”
Şaka değil... Kendinize vereceğiniz böylesi “hediye”ler önemli. Gerekli de...
Her hak gibi “tembellik hakkı” da çok ama çok kıymetlidir.
Çünkü o çok zor bulunan “boş, serbest zaman”a olanak sağlar.
Ve “boş zaman”, benim için her anlamıyla güzelliğe ayrılan zamandır.
Paylaş