“Başkent’te 17 yıldır süregelen uygulamalar mı yaşlandırdı bizi. Yoksa biz mi, 1923 doğumlu Çankaya’da yaşlı kaldık”. Devam edeyim, edebildiğimce...
On yedi yıldan söz ediyorum. Askere gidip de düşenin, bilinçle hatırladığı tüm hayatından fazla bir süreden. Bir insanın, ilk-orta-lise-yüksek tüm öğrenim hayatından daha fazla... Ve şairin dediği gibi olmadı, bu süreçte olanlar: “Her şey birdenbire oldu /Gökyüzü birdenbire oldu /Mavi birdenbire /Yollar, kırlar, kediler, insanlar... /Birdenbire oldu” değil yani... Gözümüzün önünde, sokağınızın ismi değişti. Caddelerinizin ismi... Adresimiz kayboldu... Adressiz yaşlandık.
Tandoğan’da henüz gençken her sabah-her akşam önünden geçtiğiniz Su Perileri heykelini kaldırdılar. “İşe gitmek-gelmekten ibaret” hayatta, ya gözünüze çarpmadı, ya gözünüzü kapadınız... Sonra meydanınız kalktı. Çıtınız çıkmadı demek pek kullanmıyordunuz. Tandoğan, Gar, Kızılay... Tüm meydanların kaldırılmasına karşı ne “hürriyet” mitingi düzenlediniz, ne de düzenlenen kent kampanyalarına katıldınız. Oysa meydan hürriyettir yaşdaşlarım, meydan isyandır ihtiyarlar... Umrunuzda olmadı! Elbet, yaşlanırsınız. Elbet, yaşlandınız.
Atatürk Bulvarı’nda kaldırımınız bir karışa indi. Değil “siyasi yürüyüş” hakkınız, işinize/gücünüze giderken yürüyebilme olanağınız elinizden alındı. Gücünüze bile gitmedi... Gitse de, gücünüz yetmedi demek. Atatürk Bulvarı’ndan sek sek, Atatürk posterleriyle mitinge katıldınız da. Her gün yaya kaldığınız ulaşım hakkı için sokağa çıkan, ulaşım zammına tepki gösterip dayak yiyen çocukları, artık yaşlandığınız için ya yalnız bıraktınız, ya azarladınız/ayıpladınız içten içe...
Nazım Hikmet’ten mülhem, “kabahat senin, ?demeğe de dilim varmıyor ama? kabahatin çoğu senin, canım kardeşim”...