Mevsim bahar olunca...

İNSANA bazen “Bi gideyim” hali gelir. Bu hal, bir masadan kalkıp gitmek olarak da tezahür edebilir. Bir evden, bir şehirden, hatta bir ülkeden gitmek şeklinde de...

Haberin Devamı

Bazen nereden gittiğin, neyi arkada bıraktığın önem taşır.
Sevgilidir herhal en yamanı; terk edilmişliktir. Yahut terk etmişindir ki, öyle böyle değil.
Bazen de nasıl ve nereye gittiğin öne çıkar.
Ki, bu örnekte aklıma denizsiz, ufku flû Ankara’dan İstanbul’a göçenler gelir.
* * *
Bana da gelirdi, bazen gelenler.
Baharda bilhassa...
Bu şehir azmanı olmaktan öte “başkent”e benzemeyen Ankara’da (çakılı)kalmak zordur çünkü.
Şehire rağmen kalmak, güzelliğini biraz sakinliğinden alan bir hayat, sıcak dostluklar, kalabalık yalnızlıklar ister.
Onlarla katlanırsın bu şehire, kalırsın; şehirle değil, dostlarınla kalırsın.
Ki, kıymetine paha biçilmez.
* * *
Şehirden, hatta ülkenden gidiyorsan, kaçıyorsan... Kavafis’in dediği gibi; “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim’, dedin /‘bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet”.
Vardır öyle ülkeler, şehirler, denizler...
İstanbul’dur, toplu iltica Gümüşlük’tür, kendine sürgün Kaz Dağları, Şirince, hatta kırsalı-çayırıyla, merkez olduğunu hissettirmeyen merkeziyle Amsterdam’dır mesela.
Mevsim bahar olunca...
Lakin yine gerisini -kara kara- Kavafis getirir:
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.”
* * *
İnsana “Bi gideyim buralardan” hali, fikrimce daha çok baharda yüklenir. Üzerine üzerine gelir.
Öyle olmasını tercih ederim.
Her şey... Tüm tabiat, çayırlar, ağaçlar, çiçekler, kediler, simitçiler, sütçüler kendini yenilerken, insanın içinde de birşeyler birşeylerle oynaşır:
Hadi” der, “Hadi gidelim...”
Orhan Veli gibi; “Gün olur, alır başımı giderim. Şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra...” der.
* * *
Gitmenin dört başı mamur örneklerinden birisi de adalardır tabi, bu bahiste.
Anakaradan, o heyula şehirden kopmaktır.
O yorgun mutlulukla Bostancı'da, Adalar Vapuru’nu beklemektir.
Ki o çocuksu his, “ıssız bir adaya gitsen yanına alacağın 3 şey ne olurdu” sorusu gibilerinden, eylenir durur kaçmaya meyilli bünyelerde.
* * *
Hem sürgün yeridir ki zaten. ("hem", “ki” ve "zaten"i 4 kelimelik aynı cümlede kullanmak da yaralı/yamalı Türkçe’deki o tuhaf gramerden gram gram kaçmaktır belki)
Ada sürgünlerinin, Napolyon’undan Pablo Neruda’ya hikayesi çoktur ama...
Anakaradan koparak adalara gitme halinin en efkarlısını, hüzünlüsünü bence Sait Faik anlatır, Haritada Bir Nokta hikayesinde.
Gözümde canlanır, öyle anlatır...
Yarın onu anlatacağım, onunla kaçacağım bir ada hikayesine.
Hayaller, sesten de, sözden de hızlı seyahat eder.


Yazarın Tüm Yazıları