Paylaş
Tabi bu düşüncem, evlilik konusundaki uzmanlığı, zevcesiyle yaşadığı naçizane tecrübelerden ibaret olan birisinin ortaya akıl-fikir şavullaması...
Yoksa koca üst kurullar, buselik makamlar, ehl-i kalemler varken, böylesine hayatî bir mevzuda karar sorumluluğunun altına ilişmek, ahkâm kesme törenlerine altın suyuna bandırılmış makas yetiştirmek, ne haddimize.
Böyle münazaralı programları “kaldırıp da mı yasaklasak, kaldırmayıp da mı saklasak” sempozyumlarına da, kulunuz icabet etmiyor esasen.
* * *
Benimkisi sadece bir düşünce, beyincik fırtınası...
TV kumandasıyla hür, kanal tercihleriyle hürrem âlemimizde, bu konudaki düşüncemi saklamak yakışık da almaz.
Faydalarına gelince... Öncelikle bu programlar, kamu spotu şirinliğinde olmasa da (Ayşegül Tatilde, Ayşegül Uçakta, Ayşegül Evde) bir dolu insanın evlilikten aslında nemenem şeyler beklediğini özetliyor.
Hem de şaka gibi gelen ama asla şaka olmayan örnekleriyle...
Ekrandaki o insanların bir bölümü cast karakterler, yevmiyeli figüranlar da olsa...
Adayların birbirinden elektrik aldıktan sonra cereyan eden olaylar, yarım yamalak sosyal profiller, hepsi birbirinden çetinveciz kur yapmalar, bazen çevremize bile uzanan bildik (usanmadık-us’lanmadık) vakaların çok da uzağında, başka bir gezegenden değil.
Bir çok evliliğin seyrüseferiyle ilgili -seç, beğen, al- bir panayırın da ifadesi.
* * *
O panayırda organik ürünler standı olmaz mı...
Misal... Dozajında olduğu takdirde (ki pek olmaz) her aşkî ilişkinin, evliliğin tuzu-biberi sayılan kıskançlık arazı/arızasının, aslında ilişkilerin, hatta iletişimin şirazesini nasıl kaydırdığını canlı skeçleriyle izliyoruz orada.
İzdivaca gidecek patikaya -ha bismillah- girerken, çiftler karşılıklı güveni birbirlerinin sosyal medya şifrelerini isteyerek sağlamanın peşinde...
Sosyal medya hesaplarının toplu kapanış töreni ise, “söz kesme”den sonra.
Çiftlerin cep telefonları zaten TV’den daha çok kurcalanan cihazlara dönüşmüş. Kimin cebi, kimin cebinde... SMS'ler kimin dilinde... Belirsiz.
Öyle ki adam müstakbel zevcesinin akıllı telefonuna bile "Aklını alırım senin" diyerek göz atıyor.
Kılık-kıyafet, tutum-davranış yönetmeliği desen, çoktan hükme bağlanmış.
Yani, dış mihrakların aile bütünlüğünü -bir tıkta- bozabilebileceği her şey -görünüşte- kontrol altında.
* * *
Kahretsin... Olmuyor işte; sevgilinin face’ini kapattırsan, instagramındaki her fotoğrafına sırıtarak başını da uzatsan, muhtemel “ihanet” WhatsApp’tan, SMS’den, olmadı e-mailden sızıyor yüksek duvarlı ilişkine.
Zira muhtemel sadakatsizlik, sanal dünyanın göz kırpma, dürtme efektleri, ağzı kulaklarında işveli işveli gülmeler, afedersiniz birbirinden cilveli emojiler, her bir şeye dünden hazır imageready’leriyle gayya kuyusu olmuş.
O ekranı zangır zangır titreten “dürtme”lere, o çapkınım hovardayım göz kırpmalara nasıl dayansın bu biçare gönül?
Nasıl çıkacaksın işin içinden, izdivaç dolambacında o sadakatsizlik denilen tek işi kalmış canavarla nasıl boğuşacaksın...
* * *
Sonra kopuyor film tabi.
Kopuyor da... O arada bir tanrının kulu, kıskançlık denen besledikçe büyüyen meretin kıskanan zatta öfke, acı, haset, kin, aşağılanma hissi, endişe, marazi şüphecilik gibi bir dizi sarsıcı, yıkıcı, “kafayı yedirici” duygular üretebildiğinden söz etmiyor.
Herkeste alkışlar eşliğinde, yaptırımı yüksek, limiti Allaha emanet bir “Seviyorsam kıskanırım abi” hâli.
Bir adım sonrası da vakayı adliyeden zaten:
“Çok seviyordum dövdüm Hakim Bey...”
* * *
Ötesi, izdivacın kıskancıl adayları, birlikte çay içerse çok kıskanacağı kişiyi absürd yasakların, ucubik sınırlamaların, sıkı denetimlerin, sözel, duygusal saldırganlıktan şiddete uzanması kuvvetle muhtemel iğnelemelerin bombardıman mahalline -ayan beyan- davet ediyor.
O mevzuda (belki de bir tek o konuda) tüm huyluluğu/huysuzluğu asla gizli saklı değil.
Kıskançlığının tetikleneceği, sahiplik/sahibelik gururunun nem kapacağı O HAL’leri, BU HAL’leri bir bir ve defalarca sayıyor:
“Karşı cinsten arkadaşın n’olamaz, sosyal medya hesabını ya terk et, yahut ben yönetirim, kırmızı ruj filan da süremezsin öyle, telefonun da böyle zırt zırt ötmesin...”
“Ben şöyle kıskancım, böyle de hasetim...” diye öyle ballandırıyor, öyle hayalfeza örnekleriyle anlatıyor ki, kıskancıllığı az eksik zevcenden boşanasın geliyor.
* * *
Sonra da “Elemtere fiş, kem gözlere şiş” deyip... O yığma yapıyla kuracakları izdivacın “elektrikli” telle çevirdikleri arazisine dalıyorlar.
İzdivaç orkestrası da, her vaziyete şerbet repertuarıyla uğurluyor onları: "Kıskananlar çatlasın..."
Evliliğin bir çok örnekte, sadece bir “elektriklenme”, “elektrik alıp-elektrik verme” meselesi olduğunu da, onca zaman sonra o programlar sayesinde öğreniyoruz.
Velhasıl, seyredeceksin azizim. Ve sunucu, izdivaç programı avukatı, psikoloğu yahut tribündeki müzmin bekar bilirkişi, vakayı “Demek ki neymiş?” diye özetlediği anda, hep birlikte öğreneceksin.
Ne yapacağını öğrensen de kâr ama... Eğer programı seyredip ne yapmayacağını/ne yapılmayacağını kestirirsen, kemale erersin.
Nihayetinde izdivaç... Sütliyaç gibi o da bir ihtiyaç.
Devam edeceğim.
Paylaş