"İçkileri meyvelerden daha çok sevmek"

DOKTORLAR “Solunum yetmezliği” dediler. Çok sigara içiyordu, zaten. Oysa sevdalısını kaybettikten sonra daraldı gönlü, nefes alamadı... Yazıya verdi kendini, sürrealist yağlıboya resimlere verdi. Olmadı...

Haberin Devamı

İstanbul’da hayatın en çağıran merkezine Taksim’e, Beyoğlu’na iki adım mesefede kapandığı Gümüşsuyu’ndaki evinde 62 yaşında ayrıldı hayattan.
İki yıl önce, 4 Ocak’ta bitti nefesi.
* * *
“Sev Kardeşim” demişti oysa, “Gel kardeşim elini ver bana” diye uzanmıştı milyonlara...
“İnsanlar el ele tutuşsa, birlik olsa” nidasıyla, en kanlı/kavgalı dönemin mitinglerinde sevgi marşı olmuştu şarkıları.
Yeşilçam’ın en popüler filmlerine müzik olmuş, güldürmüş, mutluluktan ağlatmıştı...
Ama sevgiden, kara sevdadan öldü.
* * *
Müziğe 18 yaşında başladı, Şenay (Ekiz) Yüzbaşıoğlu.
Kendisinden 18 yaş büyük Şerif Yüzbaşıoğlu ile tanıştı, çok sevdi onu.
İki yıl sonra, 1970 yazında 20 yaşında evlendi.
Peşpeşe ödüller aldı. Dünya Sevgi Birliği’nden de Altın Madalya...
Ama TRT “Solcu” bulduğu için Selda Bağcan, Cem Karaca, Melike Demirağ, Fikret Kızılok ile birlikte ona da yasak getirdi.
İçkileri meyvelerden daha çok sevmek

Otuz yaşına geldiğinde Şerif Yüzbaşıoğlu’nun geçirdiği ağır kalp krizi vurdu mütevazı ama güzelim hayatlarını...
Elli gün süren yaşam savaşının ardından Gümüşsuyu’ndaki evlerinden el ele Kabataş’a indiler.
Haberciler çevirdi etraflarını... Şerif Yüzbaşıoğlu oradan ayrılırlarken, “Gel benim bastonum, desteğim, herşeyim” dedi Şenay’a...
Bir yıl sonra ikinci kriz, henüz 49 yaşındaki hayat yoldaşını aldı yanından.
Kapandı eve, sahiden kapandı... Kayboldu ortalıktan, 31 yaşında...
Hayat bayram olmadı, bir daha.
* * *
Sancılıymış hep... Deniz Durukan yazdı, o günlerini.
Önce eklem ve baş ağrıları, ardından baş dönmesi, sonra diş ağrıları...
Ateşi hep, 38 derece.
Ağlamaktan uzağı görememeye, yakını da buğulu görmeye başlamış.
Taşikardi, sebepsiz korkular sarmış inzivadaki kalbini...
* * *
Ömrünün son demlerinin geldiğini erken hissettiğinde...
Tek vasiyetini söylemiş yakınlarına:
“Beni Şerif’in yanına gömün...”
* * *
Öldü 62 yaşında, 4 Ocak 2013’de...
Bir avuç insan katıldı cenazesine...
Ne yazıktır ki, vasiyetini bile gerçekleştiremediler.
Hayatını sevdiğine adayan Şenay, hayatının yanına, Topkapı Merkezefendi Mezarlığı’na gömülemedi.
Çünkü herkesin birbirini sevmesini dilediği bu memleket... Onun hayatı boyunca tek isteğini, sevdiği adamın yanıbaşına gömülmesi vasiyetini tek cümleyle reddetti:
“Tapusu var mı mezarın, tapusunu aldın mı?..”
Ve izin verilmedi.
Onun şarkısındaki o dizeyi nereden bileceklerdi ki; “Şu dünyadaki en zengin kişi gönül fethedendir”... İçkileri meyvelerden daha çok sevmek
Şenay’ı Şerif’ten 10 kilometre uzağa, Ayazağa Mezarlığı’na gömdüler.
Ayazda bıraktılar.
Bırakırlar, çünkü vefa da kimbilir hangi mezarlığa gömülü... İlk toprağı kimler attı üzerine...
Onu bugün sevdalısının koynuna bırakmak, vasiyetini gerçekleştirmek hala mümkün. Dinen, hukuken bir engel yok, bildiğim kadarıyla.
Ama biz mezarları otopsi için açarız.
Bir Allahın kulu çıkıp, “Taşısak mı onu sevdiğinin yanına...” demez.
Başkasının hayatına saygı göstermeyen, aşkına, mezarına nasıl göstersin? Bu vaziyete, vasiyet mi bırakılır...
* * *
Yazılarımla tefrikaya dönüşen, aşktan, sevdadan, o “bağlanmak” denilen mefhumdan geldik buralara...
Bağlanma denilen o koyu duyguların dramatik sonuçları da olabiliyor.
O hallerin edebiyat için kerameti kendinden menkuldür de, bunları bile bile biz neden bağlanırız?
* * *
Ahmet Altan, “Birine Bağlanmak” başlıklı yazısında yaman sorular yöneltir, “bağlananlar”a:
“Niye Hamlet delirecek olanı, Romeo ölecek olanı, Othello kuşkulanılacak olanı, Anna Karenina bencil olanı seçiyordu?
Biz, ‘bağlanmayı’ hep zirvelere doğru bir uçuş olarak anlatmaya çalışırken, belki de bağlılık, ölümün, deliliğin, kuşkunun, bencilliğin, bozulmanın karanlık uçurumlarına doğru bir kendini bırakıştı.
Diğerlerinin
meyveleri toplayıp yediği bir bahçede, o meyvelerin bozulmasından elde edilmiş lezzetli ve yakıcı içkileri içmenin sarhoşluğuna, o içkiyi keşfetmiş olmanın ve kalabalıklardan ayrılmanın hazzıyla bırakırız kendimizi.
‘Niye bağlanırız bir insana’ diye sorulduğunda, ‘İçkileri meyvelerden cok sevdiğimiz için’ deriz.”
* * *
Evet, belki içkileri meyvelerden çok sevdik, yanlış basılmış pulları, hatalı banknotları, eğri Pisa Kulesi’ni en değerlisi kabul ettik...
Hamlet’i Ophelia’ya, Romeo’yu Juliet’e, Othello’yu Desdemona’ya, Şenay’ı Şerif Yüzbaşıoğlu’na bağlayan o “hastalığa” belki yakalandık, belki atlattık, belki de aldırdık “bağ’demciği”...
Ama “Birine bağlanmak istemiyorum” derken, muhtemelen hep yalan söyledik.

Yazarın Tüm Yazıları