“YANLIŞIN suç ya da günah sayıldığı yerde, soluk bile alınamaz”.
Bu cümleyi ardında bırakan felsefeci Prof. Dr. Nermi Uygur, altı yıl önce bugün hayata veda etti. Pek tanımaz “türkiye” onu... (Evet, küçük harfle türkiye) Felsefeye, düşünceye hem uzak, hem vefasızdır çünkü, bu memleket. Düşünce-düşünme sevgisizliği, kol gezer sokakta. “Bana felsefe yapma” der, selam vermeden geçer.
Yanlışın, hatta farklı tutum ve düşüncenin, “suç ya da günah sayıldığı” bir memleket burası. Ondandır sık sık soluksuz kalmamız. Ama çoğu kez farkında bile olmayız. Mesela, otomobili sevmediğini söylüyor Uygur. Algıları kıstığına inanıyor: “İnsan bakar görmez, görür tanımaz. Masa başına geçmeden yürümek gerekir. Sokrates’in yürüme merakı da, düşünme sevgisinden değil miydi? Kır, orman insanı içine alıverir; ağaçlaşır, yapraklaşırsın. Kendini yitirmekten korkuyorsan insan izinden yürü, şehirden ayrılma.”
Düşünme sevgisi ve yürümek... Ömrü “yürürken”, bıkıp/pes edip kıra, kıyıya sığınmamak, şehirden -insan izinden- ayrılmamak, ne kadar hayata dair... Bir yanımız sığınmak istese de kıyıya. Ömür kısa, yalnız ve menzilli, hayat ise bazı anlarda nümayiş, yürü yürü bitmez.
Gelip geçici şeylerden söz ediyorum. Ömür gibi... Ve biliyorum elbet: bazı anlar/yaşamlar, gelip geçmemecesine yer eder içine insanın, iyice yerleşir. Bazısı da gelip geçer ama, değerlidir. Gelip geçmese de, gelip geçse de hayat oralarda, öyle anlarda işte... Dönüyorum Uygur’un kelimelerine: “Birşeyin tadı, değeri gelip geçiciliğiyle orantılı değildir. Tersine: bazı şeyleri tam da gelip geçici olduğu için sevip saymak, bakıp gözetmek gerekir. Ne kısa yaşam denen şey!”
Düşünme sevgisi diye bir şey kaldıysa içinizde hala, belki de her şey mümkün, her şey (b)aşka gelecektir.