Paylaş
İnsan bakar görmez, görür tanımaz.
Masa başına geçmeden yürümek gerekir.
Sokrates'in yürüme merakı da, düşünme sevgisinden değil miydi?
Kır, orman insanı içine alıverir; ağaçlaşır, yapraklaşırsın.
Kendini yitirmekten korkuyorsan insan izinden yürü, şehirden ayrılma."
Bu satırların yazarı, Felsefe Profesörü Nermi Uygur'u yitireli bugün tam 4 yıl olmuş.
* * *
Yürümek.
Gerçek anlamıyla da, mecazı, imasıyla da ne kadar ömre dair bir kelime.
Ve ömrü "yürürken", bıkıp/pes edip kıra, kıyıya sığınmamak, şehirden -insan izinden- ayrılmamak, ne kadar hayata dair...
Bir yanımız sığınmak istese de kıyıya.
Ömür kısa, yalnız ve menzilli, hayat ise bazı anlarda nümayiş, yürü yürü bitmez.
* * *
Gelip geçici şeylerden söz ediyorum.
Ve biliyorum elbet: bazı anlar/yaşamlar, gelip geçmemecesine yer eder içine insanın, iyice yerleşir.
Dönüyorum Uygur'un kelimelerine:
"Birşeyin tadı, değeri gelip geçiciliğiyle orantılı değildir.
Tersine: bazı şeyleri tam da gelip geçici olduğu için sevip saymak, bakıp gözetmek gerekir.
Ne kısa yaşam denen şey!"
* * *
Şimdi çekelim arabamızı kenara.
Görerek, tanıyarak, algılayarak bakalım çevremize.
Şehrimize.
İnip yürüyelim belki sokağımızda.
Ama böyle bir duygu, böyle bir algı içinde...
Yağmurla yıkanmış bir ağacın gökyüzüne uzanışına bakalım.
Yağmur suyundan pembe diliyle yudum çalan bir sokak kedisine...
Ve o suyun aynasında, kendi siluetimizi seyredelim.
Bu hayattaki seçimlerimizi düşünelim: okul, meslek, iş, ev, eş, arkadaş... hangi seçime kayıyorsa zihniniz.
Ya da, sadece 35 gün kalan yerel seçimi mesela.
Düşünme sevgisiyle, kaytarmadan düşünelim ama.
Belki de her şey mümkün, her şey (b)aşka gelecektir.
Paylaş