Paylaş
Mehmet Y. Yılmaz, "Gazeteci 'arkadan vuran bir hain' değildir. Saklanmaz. Kimliğini açıklar. Haber kaynaklarına saygı duyar, izin vermedikçe kaynağını açıklamaz" değerlendirmesini yaptı.
Hıncal Uluç ise, "Valla herkes kendi adına konuşsun" diyerek, kendi yaşamından örnekler verdi:
"50 yıldır gazetecilik yapıyorum. 50 yıldır kimseyi arkadan vurmadım..."
Serdar Turgut da tartışmaya, "Mesleğin evrensel işleyiş kurallarında rahatsız edici felsefi ve etik bir problem olduğunu görmemiz gerekiyor" diyerek katıldı.
* * *
Mevzu gazeteci(lik) olunca, "vurmak" fiilini, "yazmak" olarak anlıyoruz elbette.
Şimdi...
Tırmanan mesleki tartışmada hiç gündeme gelmeyen, bir başka önemli sorun var.
Ve bazen, özellikle "yerel gazetecilik"te...
"Yazmak ya da yazmamak, işte bütün mesele" tiradıyla özetleyebileceğim bir deformasyon bu.
Ya da aynı benzetmeden gidersek...
Vuran değil "vurmayan", yani yazmayan gazetecilik hali.
* * *
Örneklerini yaşadık, yaşıyoruz.
Yerel basının kente, ilçeye, beldeye kadar uzanan böylesi "yerel ilişkileri", bazen adli vaka, ulusal haber bile oluyor.
Yerel ilişkilerde bu tür "işbirliği", bazı haberlerin her fırsatta yapılmasını, bazılarının ise hiç yapılmamasını/yazılmamasını yaratır.
Ve o "gazete", yerel yönetimin, amirin ya da başka bir gücün kalemi, sesi olur.
O yöne gözünü kapatır.
O gücün aleyhinde tek satır yazmaz.
Koca ilçenin, kentin gözü önünde yaşanan vahim bir olay, tek sütun haber bile yapılmaz.
Ama o (y)etkili isim bir simit tezgahı açsa, açılış kurdelesi manşete yerleşir.
Çünkü habere sahibinin ayakkabısı ile gider.
* * *
Haber kaynağı ile "mesafe", yerel gazetecilikte "etik ilkelere" olan mesafeyi, herşeyden çok etkiliyor.
"Vuran ayakkabı" ne kelime!
Paylaş