Paylaş
Ankara doğumlu.
Şöyle anlatıyor babasını:
“Babam Harita Binbaşısıydı. çalışkan bir adamdı, çok iyi bir hattattı.
Ankara’nın latin alfabesi ile ilk sokak levhalarını, geceler boyu çalışarak ilk o yazmıştı.
Ölümünden on-onbeş gün öncesine kadar çalıştı ve her akşam içti rakısını...
Seksen yaşını aşmıştı öldüğünde...
İstanbul’a göçtük.”
* * *
Uyar, bir süre Ankara’da personel subaylığı da yapıyor.
Ve Selüloz ve Kağıt Sanayii’nin Ankara şubesinde çalışıyor, şair şair.
Emekli olunca yeniden İstanbul...
Özlüyor Ankara’yı bazen, İstanbul’a giden herkes gibi “bazen”:
“Ankara’dan gelir geçer trenim,
Bir gün olur elbet ben de binerim.”
* * *
Şiirinin içinden şehirler, sokaklar, sardunyalar, fesleğenler, kediler, kırlangıçlar geçiyor.
Ve bunların hepsine ayrı ayrı benzeyen insani durumlar...
“Bizim ev iki oda, bir sofa
Evsahibi ayda yetmiş lira alır.
Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık
Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.”
* * *
Bakıyorum bu kente, Ankara’ya.
Giderek azalıyor görülecek şeyleri.
Sanki her yıkılan binada, her yok olan meydanda, alt-üst bulvarlarda her seferinde bir şair ya da Ankaralı bir şiir, bir dize ölüyor.
Bir sokak tabelası sökülse, eksiliyor bu kent. Biliyorum.
Ve Harita Binbaşısı Hayri Bey’in göz nuru, el emeği tabelaları geliyor aklıma.
Sonra başka bir tabela asılıyor, başka bir sokağa...
Paylaş