Paylaş
Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, Bakara suresi 104. ayetin tam tersine giden, sürüleşmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.
Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:
1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müslümanın cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılmadan çok önce belirlenmiştir.
İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır. Kur’an’dan hiçbir dayanakları yoktur. Kur’an bunların tümünün tersini söylemektedir.
Kur’an’da, bu şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere iman’ diye bir tâbir de yoktur. Bu tâbiri de, Peygamberimizden yıllar sonra, Emevî idaresi din kitaplarına sokturmuştur.
Bu gerçek, İslam ilahiyatının büyük bilgini Prof. Dr. Hüseyin Atay tarafından 1960 yılında yayınlanan ‘Kur’an’da İman Esasları’ adlı doktora teziyle ortaya konmuştu. Bu tez, Türk- İslam ilahiyat tarihinde ilk kez ortaya atılan bir tezdi. Prof. Atay bu tezi yüzünden, Ehlisünnet akîdesini bozmakla suçlandı. Tıpkı İmamı Âzam’ın da suçlandığı gibi…
Oysaki Müslüman-Türk kitlelerden saklanan bu gerçek, Hüseyin Atay’dan asırlarca önce yaşamış İslam ilahiyat bilginlerince dile getirilmiştir.
Getirilmiştir ama Arap-Emevî dinciliği tarafından üstü örtülüp halktan saklanmıştır.
Ehlisünnet inancının temel kitaplarından bazılarını yazmış bulunan ünlü Matürîdî kelamcısı Ebu’l-Mu’în en-Nesefî (ölm.508/1115), Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde, kader konusunda Hüseyin Atay’ın söylediğinin aynısını söylüyor. Atay’dan 850 yıl önce.
Nesefî, anılan eserinde imanın şartları konusunda şöyle diyor:
“İman esaslarına gelince bunlar 5 tanedir: 1. Allah’a, 2. Meleklere, 3. Kitaplara, 4. Peygamberlere, 5. Âhirete iman. Aynen bunun gibi ibadetler de 5’e ayrılır...” (Nesefî’nin Tabsıra’sından naklen Atay; Kur’an’da İman Esasları, 146)
Nesefî burada iki Kur’andışılığı aynı anda düzeltmiştir:
1. Kur’an’ın gösterdiği iman esasları içinde kadere iman diye bir şey yoktur,
2. Geleneksel kabullerin ‘İslam’ın Şartları’ diye öne çıkardığı beş kavram İslam’ın şartı değil, İslam’daki temel ibadetlerdir. Onlar İslam’ın şartları değil, işaretleridir. İslam’ın şartları Kur’an’ın bütün hükümleridir.
‘Kadere iman’ tâbiri, İslam inançlarının içine, bir hadise, daha doğrusu hadis diye ortalıkta dolaştırılan bir söze dayanılarak sokulmuştur. Oysaki o söz, bugünkü kader anlayışını savunanların deyimiyle bir ‘haberi vâhit’tir, yani Peygamberimizden bir tek kişinin rivayetidir. Ve hadisçilerin ittifakla kabul ettikleri bir kurala göre, haber-i vâhit imanla ilgili konularda delil olmaz. (Bu konuda ayrıntılar için bk. Atay; anılan eser, 133-146)
Haberi vâhidin, bırakın iman alanını, ibadet alanında kanıt olduğu bile tartışmalıdır. (Gazâlî; el-Müstasfa,1/440-444)
Kader sözcüğü, Kur’an’da 11 yerde geçmekte ve tümünde de ‘ölçü’ anlamında kullanılmaktadır.
Tanrı, her şeyi belli bir ölçü içinde indirmektedir. (Hicr, 21) Gökten su ölçüyle iner (Müminûn, 18; Zühruf, 11); inen suyun yeryüzünde vadilerde dolaşması bile ölçüyledir.(Ra’d, 17) Topraktan pınarlar fışkırması, fışkıran suların birleşmeleri yine belli bir ölçüye göredir. (Kamer, 12)
Tüm bu ölçüye bağlılıklar, kader kelimesi veya türevleri kullanılarak ifade edilmiştir. Ve bu ifadelerle önümüze konan kader kavramının temel amacı, insanın fiillerinin belirlenmiş olduğunu değil, varlık ve oluşta raslantının bulunmadığını göstermektir.
Kur’an, kader kavramıyla ‘sünnetullah’ da denen tabiat kanunlarını kastetmektedir.
Kader kökünden gelen ve ölçüye bağlamak anlamında olan ‘takdîr’ sözcüğü de tabiat kanunları, değişmez ölçüler anlamında kullanılmıştır. Bu kullanıma göre, Ay ve Güneş’in belirlenmiş ölçülere göre seyretmeleri, her türlü iş ve oluşun, her türlü yaratılış ve yaratışın seyri Allah’ın bir takdiri yani ölçülendirmesidir.(En’am, 95; Furkan, 2; Yâsîn, 38; Fussılet, 12)
Biz burada bir satranç benzetmesi kullanıyoruz. Kader diye anılan tabiat kanunları, satrancın nasıl oynanacağına ilişkin kurallara benzer. Bu kuralları Yaratıcı koyar.
Bize düşen, bu kuralları değiştirmek değil, satrancı onlara uygun oynayarak kazanmaktır.
Allah, satrancın galip veya mağlubunu önceden belirlemez, ilan etmez. Ama Allah, sonsuz bilgisiyle satrancın galip ve mağlubunu ilk bakışında anlar, bilir.
Beceriksiz oynayanın yenilgisinin sebebi O’nun bilmesi değildir, kendisinin yanlış oynamasıdır.
Paylaş