Paylaş
İmanla, İslam imanını; bayrakla da Türk Bayrağı'nı kastediyorum.
Bayrak, sembolize ettiği değerlerin taşıyıcısıdır. Zulmün de bayrağı var, adaletin de. Rahmet ve adaletin en yüce tebliğcisi Hz. Muhammed'in de sancakları, bayrakları vardı; Mekke zulüm ve şirk ordusunun da...
Kan rengi bir zemin üzerinde ay-yıldızdan oluşan Türk Bayrağı, bin yıla yakın bir Müslüman tarihin macerasını çağrıştırır. İslam'ı Anadolu'ya getiren Malazgirt erlerinin onur ve imanlarını da, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları'nda Müslüman'ı boğmak isteyen Haçlı kuşatmacılara karşı göğsünü siper eden Anadolu insanının onur ve imanını da bu bayrak sembolize eder.
Türk Bayrağı'nın çağrıştırdığı, sembolize ettiği değer ve düşüncelerin en kalıcıları İslam kökenli olanlardır. Mehmet Akif Ersoy, bu bayrağın taşıyıcısı Çanakkale erlerini, ‘‘tevhidi kurtaran kanın sahipleri’’ diye anarak onları, İslam'ın kader savaşı, ‘‘Bedir'in aslanları’’ ile eşdeğer tutarken, bu tarihsel gerçeği şiirleştiriyordu. Kısacası, Türk Bayrağı'nın sembolize ettiği hâkim değerler İslam imanı ile tevhit şuurudur. Bu bayrağın çağrıştırdığı ‘‘yabancı ve düşman değerler’’in başında ise Haçlı istilası, Avrupa emperyalizmi ve Arap ihaneti geliyor. Bu emperyalizm, ta Avustralya'dan kalkıp Çanakkale önlerine geldi, iki yüz elli bin insanımızı orada şehit etti ve giderken de geride kalan askerlerinin mezar taşlarına ‘‘Vatanları için öldüler’’ diye yazabildi. Kim, hangi vatan için ölmüştü? Çanakkale neresi, Avustralya neresi?
Arap ihaneti için açıklama yapmaya gerek yok. O, hâlâ devam ediyor.
Et ve kanı, insanın iman, emek ve hizmetinin önünde ve üstünde tutmak zulümlerin en büyüğüdür. Ancak bunun kadar önemli olan bir gerçek daha var: Bir kitlenin tarih ve insanlık önünde sergilediği değerleri, hak ettiği seçkinlikleri inkâr etmek de zulümdür. Türk insanının İslam ve tevhit uğruna akan kanını, geçen emeğini, bu güzel dine verdiği samimi-karşılıksız hizmetleri görmezlikten gelmek, et ve kanı ilahlaştıran ırkçılık zulmünden hiç de geri kalmayacak bir nankörlük olur. Bu nankörlüğün İslam'a fatura edilmesi, din adına yapılması ise kötülüğün şiddetini artırır.
Ülkemizi, başta komünizm olmak üzere, bir yığın ‘‘izm’’in fesadına uğratarak birbirini yiyen insanların kana buladığı bir arenaya çevirmek isteyenler, inkârcı ideolojilerin çöküşünden sonraki stratejilerinde İslam'ı sömürmeyi listenin baş tarafına aldılar. Macerayı uzunca anlatmadan, gelinen noktayı verelim: Bugün ülkemizde, vatan ve bayrak düşmanlığını din maskesi altında saklayanlar vardır. Bunlar, dindar olmakla ülke ve bayrak düşmanı olmayı adeta eşitlemişlerdir. Ve bunlar, aynı düşmanlığı dinsizlik ve İslamsızlık adına yapanlarla akıl almaz bir dayanışmaya da girebilmektedirler. Bunlara göre, ırkçı olmamak için Türk Bayrağı'nı sevmemek yeter. Başka hangi bayrağı severseniz sevin, ırkçı filan olmazsınız. Elverir ki, Türk Bayrağı'ndan rahatsız olun.
Biz, bir iman ve insanlık borcu olarak şunu tekrarlamak istiyoruz: Bu ülkede eleştirilecek şeyler vardır. Kişileri, kavramları, kurumları, sistemi eleştirebilirsiniz. En acımasızca eleştirenlerden biri de biziz. Ama bu ülkeye ve bayrağa düşman olmayı dine-imana fatura edemezsiniz. O bayrak yırtılır, bu ülke, çevresini saran kurtların ağızlarına lokma olursa hepimizi böcekler gibi ezerler. Ne onurumuz kalır, ne huzurumuz. Aşımız-ekmeğimiz zehir olur. O zaman ‘‘eyvah’’ diye dövünmek hiçbir işe yaramaz. Kısacası, hepimize yazık olur.
Gelin, eleştirilecekleri hiç esirgemeden eleştirelim, değiştirilecekleri değiştirelim, ama bütün bunları bu ülke için yapalım. Bunu yapacağımızın en geçerli kanıtı, bayrak düşmanlığını bırakmaktır.
Din-iman ve İslam sevdası olanlar, tevhide yüzyıllarca hizmet etmiş bir bayrağa düşmanlıkla sadece oyuna geldiklerini kanıtlayabilirler, dindarlıklarını değil. Niyet dindarlıksa buyurun, Bedir şehitleri kadar onurlu askerlerin kanlarıyla sulanan ay-yıldızlı bayraktan, balkonlarımıza birer tane asalım.
Allah, o bayrağı dik tutanlara zeval vermesin!
Paylaş