Paylaş
Önce şunu soralım:
Siz hiç, başlığın altına koyduğumuz hadisi, ‘Peygamber ve sünnet’ edebiyatıyla ortalığı velveleye verenlerin gündeme getirdiklerini gördünüz, duydunuz mu?
Ben, camide ve tekkede büyüyen bir insanım, bu hadisi, kendi araştırmalarımla tespit ettiğim güne kadar ne gördüm ne de duydum.
Vurgunların en büyükleri Allah ile aldatmak oyunuyla gerçekleştirilen ‘yüzde doksan dokuz buçuğu Müslüman’ (!) bir ülkede bu hadisin 24 saat gündem olması gerekmez miydi?
Akıl ve gerçek İslam penceresinden bakarsanız, elbette gerekirdi!
Ama bu ve benzeri Peygamber buyrukları asla gündem yapılmamıştır. Tam aksine, üstü örtülen bu hadisi ve dayandığı olayı gündeme getirdiğimde, başta iki katrilyonla finanse ettiğimiz Diyanet olmak üzere bütün ‘ulemamız’ karşı çıkmıştı. “Böyle bir şey yok, bu onun kendi yorumudur” diye bağırıp çağırdı, halkı aleyhimize kışkırttılar.
Sonra, kaynakları özgün metinleriyle önlerine koyduğumuzda ise hiçbir şey olmamış gibi, sessiz sadasız köşelerine çekilip yan yattılar. Bize teşekkür etmek, hiç değilse bir helallik almak nezaketini gösteremediler.
Evet, aynen böyle yaptılar.
Eğer böyle yapmasalardı, Türkiye bugün Avrupa mahkemelerinde ‘din üzerinden asrın en büyük soygununu yapanların ülkesi’ olarak yargılanmazdı.
Ben, ne diyeyim!
Ben görevimi çok erkenden ve çok onurlu bir biçimde yaptım.
Türkiye’yi yönetenlerle onları o mevkilere getirenler ve savunanlar utansın!
Ğulûlün ne demek olduğunu dün göstermiştik.
Kamunun, milletin, halkın olması gereken mal ve imkânları çeşitli oyunlarla ele geçirmek, soymak, talan etmek veya bu imkânların gitmesi gereken yerlere gitmesini bir biçimde engellemek demektir ğulûl.
Umarım, Türk halkı bu tanımı ve aşağıda vereceğimiz bilgileri iyi not eder ve ileride, kendisini Allah ile aldatıp soyanlara karşı bir savunma ve susturma belgesi olarak değerlendirir.
İslam’ın en güvenli kaynaklarından alarak halkımızın bilgisine sunduğumuz aşağıdaki olay, kamu hakkı yemenin nelere mal olacağını göstermesi bakımından ürperticidir.
Tarihin en büyük ğulûl mücrimleri arasına girmiş bulunan ve buna rağmen hâlâ afra tafra ile gürültü kopararak suçu örtbas etmek isteyen ve böylece soydukları halkı bir de ‘eşek’ yerine koymaya kalkan ‘Deniz Feneri Mücrimleri’ ile onların yakasına yapışmayı bırakıp onlara avukatlık yapanlara ithaf olunur.
‘Büyük Günahlar’ adlı kitabımızdan aktarıyoruz. Özgün kaynaklar orada verilmiştir:
Hayber seferi dönüşü idi. Hz. Peygamber’in hizmetindeki bir sahabî yolda pusu kurmuş olan putperest kabilelerden birilerinin attığı okla öldü. Oradakiler ağlayıp feryat ederek şöyle demeye başladılar:
“Şehitliği mübarek olsun! Peygamber’in hizmetinde iken şehit olmak ne büyük mutluluk!”
Feryatları ve ağıtları bir süre dinleyen Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
“O, asla şehit olmadı. Allah’a yemin ederim ki, halkın malından zimmetine geçirdiği bir gömlek, ateşten bir çarşaf gibi onu sarmaktadır.”
Bunu duyan sahabîler feryat etmeye başladılar. Hatta bir sahabî, kamu malından aşırdığı iki takunya tasmasını getirip şöyle seslendi:
“Alın bunları, bunlar ateşten iki bukağı.” (Öztürk, İslam’da Büyük Günahlar, İkinci Bölüm, dördüncü başlık)
Paylaş