Soljenitsin’in yaşamından bir gün: Putin’in ziyareti
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Fotoğraf Rus Devlet Başkanı Putin’in, 90’ına merdiven dayamış Aleksandr Soljenitsin’e ziyaretini görüntülüyor.
Pek çok kan ve ölüme tanıklık etmiş, gördüğü işkencelere rağmen ayakta kalmayı başarmış o delikanlı ihtiyar, devletin kendisine yaptığı nezaket ziyaretinin farkında değil.
Balta girmemiş ormana dev testerelerle saldırmak gibi. Kuş yuvasını mitralyözle taramak gibi. Annenin yanında, emzikteki çocuğunu yerlerde sürüklemek gibi.
Yıllar önce, Nobel ödüllü Rus yazar Aleksandr Soljenitsin’in "İvan Denisoviç’in Yaşamında Bir Gün" romanını okurken, bu duygularla sarsılıyorum. Soljetinsin, Sovyet komünizminin, daha doğru deyimle, Stalin terörünün kapılarını bu romanla sonuna kadar açıyor. Siyasal açıdan rejimi eleştirmek ayrı. Ama, bir Rus yazarın, üstelik 1917 Devriminden bir yıl sonra, bir anlamda devrimin içine doğan ilk komünist kuşağın önde gelen bir temsilcisinin ağzından sistemin eleştirisi, edebiyatla birleştiğinde, inandığınız bütün değerler altüst oluyor. İşkenceler, insan haklarının yerlerde sürünmesi, düşünce özgürlüğünün sıfırlanması, insanın insan olarak anlamını bütünüyle yitirmesi, İvan Denisoviç’in kimliğinde somutlaşıyor.
Soljenitsin İkinci Dünya Savaşı’na katılıyor. Daha cephede iken, Stalin’e dönük eleştiri mektupları, onun tutuklanmasına yetiyor. Sibirya’ya, islah edici kampa sürülüyor. Daha sonra, yine Soljenitsin’in kalemiyle ün kazanan "Gulag Takım Adaları"ndaki çalışma kampına.
Stalin’den sonra, iktidara gelen Kruşçev, Soljenitsin’e haklarını geri veriyor. Stalin’in etkisini ortadan kaldırmayı amaçlayan yeni iktidar, İvan Denisoviç romanı nedeniyle, Soljenitsin’e takdirlerini sunuyor ve onu atıldığı Sovyet Yazarlar Birliği’ne yeniden üye kabul ediyor.
Eleştiriler devam edince, Nobelli yazar, bu kez yeni iktidarın hışmına uğruyor. Yazarlar Birliği’nden yeniden atılıyor, yurt dışına çıkma yasağı konuyor. İnsan öyküsünden yola çıkan rejim eleştirileriyle dolu romanları, 1970’de ona Nobel ödülünü getiriyor. Yasaklı olduğu için, ödülünü ancak dört yıl sonra alabiliyor.
1973’de yazdığı "Gulag Takım Adaları" ününe ün katıyor, yine rejimin ağır bir eleştirisi olarak. Sovyet çalışma kamplarının, gerçekte Hitler’in Yahudi toplama kamplarından hiç bir farkı yok. Orada sekiz yıl kalmış bir yazarın gözlemleri, Batı’da, hele de o soğuk savaş döneminde, büyük yankı yaratıyor.
Geçenlerde okuduğum bir haber, beni Soljenitzin’e götürüyor. Haberde, milyonlarca kişinin ölüme terkedildiği o vahşi Gulag Kampı’nın (Bolşoy Solovetski) turizme açıldığı, adadaki manastırın orada ölen kurbanların anısına müzeye dönüştürüldüğü anlatılıyor. Devir, iyiden iyiye değişiyor.
O haber, beni bu kez bir fotoğrafa götürüyor. İki ay kadar önce, Almanya’da yayınlanan haftalık Die Zeit gazetesinde yer alan bir fotoğrafa.
Fotoğraf Rus Devlet Başkanı Putin’in, 90’ına merdiven dayamış Aleksandr Soljenitsin’e ziyaretini görüntülüyor. Pek çok kan ve ölüme tanıklık etmiş, pek çok ödül ve övgüden geçmiş, gördüğü işkencelerle bir ara hayatının sonuna geldiğini düşünmüş, zor dayanılır iniş ve çıkışlarla yine de ayakta kalmayı başarmış, o delikanlı ihtiyar, devletin kendisine yaptığı nezaket ziyaretinin farkında değil. Farkında olsa bile, kanıksamış durumda. Onu artık hiç bir aşağılama ya da teveccüh etkilemiyor. Hepsine şerbetli.
Putin, yeni bir devlet nişanı ile ödüllendirmek üzere, onu ziyaret ediyor. O oralı bile değil. Yaşadıklarından sonra, ömrünün son yıllarında, devletin ona ödediği özür borcuna sadece uzun uzun düşünmekle karşılık veriyor. Geçmişteki onca insanlık suçundan, kendisine çektirilen onca cefadan sonra, Putin kim, devlet ona hangi borcu ödüyor, umurunda bile değil.
İtalyan düşünür Bruno düşüncelerinden ötürü yakılıyor. Yakıldıktan üçyüz yıl sonra, yakıldığı yerde anıtı dikiliyor.
Soljenitsin daha şanslı. Devlet ondan yaşarken özür diliyor.
Benim ülkemde kim, kimlerden, ne zaman özür dileyecek; merakla bekliyorum.