Paylaş
Ve bu karar doğrultusunda balık çiftlikleri kıyılardan taşınıyor. İlle bir şey olacak ya, açık denizlere değil, taşınmanın maliyetinden kurtulmak için, karada kazılmış havuzlara.
Çevre kirliliğinin, deniz kirliliğinin, turizmi öldürmenin, koca tesisleri bataklığa çevirmenin, denizdeki canlıları yok etmenin araçlarından biri balık çiftlikleri. Çünkü, pislik üretiyor. Denizin dibini bataklığa çevirirken, o sahillerde denize girmeyi de imkansız kılıyor. Üstelik tehlikeli, köpek balıklarını davet ediyor.
Bu konuda yıllardır kim bilir, kaç yazı yazıyorum. Buradan milyonlar kazananlar beni mahkemeye veriyorlar, davaları kaybediyorlar. Rüşvet teklif ediyorlar, çüşşş, yine balık çiftliği yazıları devam ediyor.
Kuralına göre iş yapmak yok. Amaç, bir yerlerden fırsat yakalamak.
SULAK ALANLAR
Sonuçta nasıl oluyorsa oluyor, balık çiftliklerinin açık denizlere taşınmasına karar veriliyor.
Bu kez yine başka yollara sapıyorlar. Çiftlikleri sulak alanlara kurulan kara havuzlarına taşıyorlar.
Oysa, sulak alanlar koruma altında. Ekolojik dengenin unsuru olarak. Ayrıca, uluslararası sözleşmelerle de, koruma altında. Bu alanlara balık çiftliklerinin taşınması çevre açısından mümkün değil.
Buna rağmen, balık çiftliklerinin sulak alanlara taşınmasına kimse ses çıkarmıyor, hatta izin bile veriliyor.
Örnek mi? Bodrum, Güllük, Dalyan.
Güllük Dalyan balık havuzlarının işgali altında.
VAR MI İLGİLENEN
Güllük Körfezi:
- Doğal balıkçılık açısından önemli ve verimli.
- Gerek tatlı su, gerek besin açısından denge unsuru.
Şimdi balık havuzları sayesinde Güllük Dalyan hızla tükeniyor. Her yeni balık havuzu, Dalyanı biraz daha öldürüyor.
Havuzlar için yeterli su olmadığından, yasa dışı artezyen kuyuları açılıyor ve yer altı suları hızla tükeniyor.
Yakın gelecekte Milas-Güllük tarım alanlarında susuzluk ve kuraklık bizi bekliyor.
Bodrum ve çevresindeki balıkçılar, tarımcılar ellerinde dürbün her gün uzaklara bakıyor. Acaba bir yetkili gelir de, bu çarpıklığa el koyar mı, diye.
Sizce?
‘Kendi ellerimle boğarım’
ŞU ya da bu suçtan bir zanlı yakalanıyor, toplumun kabullenmediği bir suçu işliyor.
Haber kasabada anında duyuluyor ve insanlar karakol önünde birikerek, zanlının kendilerine teslim edilmesini istiyor. Cezayı onlar verecek. Mahkeme, yasalar, olağan yargı işleyişi onlar için bir şey ifade etmiyor. Polis zanlıyı onlara vermiyor, vermeyince, bu kez biriken kalabalıkla polis arasında çatışma çıkıyor. Baştan sona şiddet.
Çocuk cinayetleri, tecavüzler ve benzeri suçlar toplumda bardağı taşırıyor. Gün geçmiyor ki, benzer bir haberle sarsılmasın Türkiye.
Katillere ve tecavüz edenlere herkes diş biliyor. Herkesin içinden müthiş bir ceza verme hırsı geçiyor. “Kendi ellerimle boğarım” meselesi.
Bu arada bazı siyasiler de, bu tür olaylara karşı idam cezasının geri getirilmesini istiyor. “Kendi elimle boğarım” duygusu ile idam cezasının geri getirilmesini savunmak arasında hiç fark yok.
Linç bir şiddet türü. İdam cezası da, öyle. İkisinin de mantığı aynı, verilen ceza yetmez, cezayı bir de ben (ya da biz) verelim hissiyatı.
Linç ilkellik. İdam cezası da, öyle. Ancak, aralarında çok ciddi siyasal fark var.
İdam cezasını geri getirirseniz, Avrupa Konseyi’nden sizi atarlar. Aynı şekilde, Avrupa Birliği’ne uzaktan el sallarsınız.
Seçime giderken, idam cezasına karşı değilim, lafları tam popülizm.
Erdoğan-Kılıçdaroğlu küçük bir fark
KULAKLARIMLA duyuyorum, ikisinin de tepkisini.
A ya da B gazetecinin Başbakan Erdoğan’ın yurt içinde ya da dışında bir gezisine katılması söz konusu. Erdoğan’ın tepkisi çok net:
“O bizden değil, o bize karşı, olmaz, gelemez.”
Erdoğan’ın bu sözünden cesaret alan çevresindeki bazı bakanlar işi daha da ileri götürüyor, “o bizim düşmanımız” sözünü bile edebiliyor. Bunlar da, o bakanlar arasında sözüm ona, en okumuş yazmış takımdan. Bu nitelemeye, ayrımcılığa söylenecek söz yok. Günümüz kayıtlarına düşmek gerek.
Buna karşılık, yine birebir tanık oluyorum, yayınlarıyla AKP’ye çok yakın bir TV kanalı Kemal Kılıçdaroğlu ile röportaj yapmak istiyor. Orada CHP liderini sıkıştıracak bir kadro ve sorular var. Çanak ve yalakalık yok. Çanak ve yalakalık programı başkasına rezerve.
Gelen öneriye Kılıçdaroğlu saniye tereddüt etmiyor, “ben ayrım yapmam, çıkarım”.
Çıkıyor, her türlü ters soruyla karşılaşıyor. Elbette karşılaşacak, gazetecinin görevi bu.
Ama, her lidere olması gerek, aradan cımbızla çektiklerine karşı değil sadece.
Paylaş