Paylaş
Elli yıl önce misafir işçi (Gastarbeiter) olarak Almanya’ya giden işçilerimiz için söylenen en veciz sözlerden biri bu. İş yapmak için çağrıldıklarından, yıllar boyunca en ağır işler onlara veriliyor. Savaş sonrası iş gücü açığını kapatmak için ayrıca, kötü ve ağır işleri Almanlar yapmak istemediği için, Almanya Türkiye’den işçi istiyor.
Bizimkiler daha kendi kasabasını bile görmeden köylerinden kalkıp soluğu Münih’te alıyor. Tam kültür şoku.
Önce her koşulu kabul edip, çalışmaya başlıyorlar. Almanlar memnun, en rezil işlere bizimkileri koşuyorlar, günün birinde nasıl olsa kendi ülkelerine dönecekler, inancıyla. Bizimkiler memnun, gurbetçiler Türkiye’nin döviz açığını kapatıyor, hesabıyla.
Bu balayı zaman zaman fire veriyor ama, asıl patlama Batı ile Doğu Almanya’nın birleşmesiyle ortaya çıkıyor.
ÜÇ EĞİLİM
Birinci, ikinci kuşak derken, üçüncü ve dördüncü kuşaklar yetişmeye başlıyor. Almanya’daki Türk nüfus 2.5 milyona ulaşıyor.
Bir kısmı dönmek istiyor ama iyice kök salmış, işi, gücü orada, çocuklar okuyor. Bir kısmı Almanya’ya entegre olmuş, (bütünleşmiş), izini kaybettirmeye çalışıyor. Üçüncü bir kısım var ki, isyan halinde, öğütülmek istemiyorlar. Kimlikleri iyice sivrilmiş, daha çok Türk, daha çok Müslüman olanlar, sürekli hır çıkartanlar.
Almanlar bakıyor ki, gelenlerden ne geriye dönen var, ne de orada onlara huzur veren, derhal çok katı kurallar getiriyorlar. Çıkardıkları Yabancılar Yasası sonucu, işçiler eşlerini Almanya’ya getiremez oluyor. Almanca konuşamıyor, diye Türklerin çocuklarını özürlülerle aynı okula göndermeye zorluyor. Ayrıca, üçüncü kuşak Türkler arasında işsizlik yaygınlaşıyor. 2.5 milyon Türk, ek olarak Doğu-Batı Almanya birleşmesi, Almanya’ya büyük yük getiriyor.
Bunlar henüz yaşanmadan, Alman gazeteci Günter Walraff yirmi beş yıl önce oradaki Türklerin dramını anlatan bir kitap yazıyor, “Ganz Unten” (En Alttakiler) adıyla.
İSLAMİ HOLDİNGLER
Kendi insanına Türkiye de sahip çıkmıyor. En büyük kanıtı, İslami holdingler. Tam din sömürüsü.
İslami holdinglerin Türk işçilerinden dolandırdıkları para 40 milyar Euro civarında. Bu nedenle sefil olan aile sayısı hiç de az değil.
Almanya bugün Türkleri istemiyor. Türklerin orada sürekli yaşamasını zorlaştırma çabasında. Bize ters gelse de, bu bir politika.
Ya Türkiye? Oraya gidip “asimilasyon olmaz, entegrasyon olur” nutuklarıyla, oradaki insanları oyalıyor, sorunlara çözüm getirmeyen manevralarla.
Fatih Akın, Mesut Özil, Sibel Kekili, Feridun Zaimoğlu gibi yönetmen, futbolcu, yazarlar üzerinden tek tük çıkan başarı öyküleriyle Türkiye kendini avuturken, 2.5 milyon insan kendi kimliğini sorguluyor. Türk mü, değil ya da evet Türk. Alman mı, değil ya da evet Alman. Tam kimlik karmaşası. Günümüzde “En Alttakiler” bu karmaşayı yaşayanlar.
Yanan cezaevi arabasına dava
İHMAL suretiyle ölüme yol açmak, Ceza Yasası’nın 81 ve 83. maddeleri. Yaşam hakkının ihlali, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi.
Van’dan İstanbul’a cezaevi arabasında ikisi tutuklu, üçü hükümlü beş mahkumun uzun yolculuğu. Öyle bir yolculuk ki, adamlar zincire vurulmuş, çişi gelse, kimse oralı olmuyor, mahkum üstüne işiyor. Bir avukatın deyimiyle, hayvan nakli bile daha sağlıklı.
Yolda cezaevi arabası yanıyor, beş mahkum feci şekilde ölüyor. Beraberindeki görevliler kurtuluyor. Garip bir kaza. Adalet Bakanlığı kazayı incelemeye alıyor. Kural var, suçu ne olursa olsun, mahkum olan kişi artık devletin koruması altındadır. Oysa, beş mahkum devletin arabasında can veriyor. Hepsinin de ayrı bir öyküsü var.
Mahkum aileleri yukarda sözünü ettiğim iki maddeye dayanarak Adalet Bakanlığı aleyhine tazminat davası açmaya hazırlanıyor. Aileler açıyor ama, savcılığın da ihmalden dolayı ayrıca dava açması gerekiyor.
Herkes gibi ben de, asıl Adalet Bakanlığının inceleme sonucunu merak ediyorum.
Kürt sorununda neredeyiz bilen var mı
AYDA bir kaç kez Güneydoğu’nun çeşitli kentlerinde KCK ve BDP’lilere kitlesel gözaltılar birbirini izliyor.
Terör hemen her gün can alıyor. Buna karşılık, operasyonlar devreye giriyor. Silahlı çatışma bütün şiddetiyle devam ediyor.
Savcılık ve Yargıtay PKK propagandası yapıldığı gerekçesiyle BDP Kongresini, DTK toplantısını incelemeye alıyor.
Başbakan Erdoğan Kürt açılımını kastederek, “Habur anlayışı bitti” diyor. Hükümetin bazı üyeleri, “terör varken görüşme olmaz” diyor.
Bu arada PKK ile geçmişte kalmış bir görüşme tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor. Başka hükümet üyeleri, “bütün dünyada etnik sorun görüşerek çözülmüştür, devlet PKK ile görüşür, görüşmeye devam eder” diyor.
Açıklamalar ve yaşananlar Arap saçına dönüyor. PKK ile görüşürken, terör propagandası yaptı, diye gözaltılar ve davaların arkası kesilmiyor.
Bölgeden insanlarla konuşuyorum, “otuz yıldır böyle” diyerek, kötümserliklerini vurguluyorlar. Olan biteni kimse anlamıyor.
Paylaş