Paylaş
Bu sözler Kandil’den inip, kentlere dağılmanın politikasını gösteriyor. PKK kendine yeni terör stratejisi çiziyor. Kırsal kesimde ya da sınır boylarında karakollara saldırmak yerine, doğrudan kentlerin içinde terör eylemleri düzenliyor. Son günlerde Tunceli, Ankara, Siirt, Bitlis, Van ve Diyarbakır’da gerçekleşen saldırılar bu politikanın sonucu.
Her terör eyleminden sonra, kırsala kaçmıyor, kentin içinde saklanıyor. Saklanmanın ciddi anlamı var. Teröristlere kentlerde yaşayan PKK sempatizanları yataklık ediyor.
Ele geçen teröristlerin kimlikleri inceleniyor, çoğu kent nüfusuna kayıtlı. Saklanmak için koşullar elverişli. Eski tanıdıklar, yakınlar filan.
BÜTÜN ŞEHİR AKMIŞ
Teröristlere yardım edenler var ama, “biz terörden bıktık” sesleri daha çok çıkıyor. Üç gün önce Siirt’te dört genç masum kadının öldürülmesi geniş kitlede büyük tepkiye yol açıyor. Ölenlerden Kevser Çekin BDP Belediye Başkan Yardımcısının yeğeni.
Bu cinayette PKK ile halk karşı karşıya geliyor. PKK kendini affettirmek için, ateş ettikleri arabanın polis aracı sandığını söylüyor. Bölgede PKK’nın tabanı var ama, teröristi saklasa bile, bu taban terörden bıkmaya başlıyor.
Cenazeler toprağa verilirken, mezarlıkta Siirt’in önde gelen iki kişisi aralarında konuşuyor: “Baksana herkes burada. Bakan, vali gelmiş tamam da, asıl halk gelmiş. Türkler, Araplar ve şuraya bak, Kürtler de burada, bütün şehir buraya akmış”.
PKK terör yoluyla elde ettiği tabanı, yine terör yoluyla kaybetmeye başlıyor.
YENİDEN İMRALI
Bu azgınlığın böylesine tırmanış göstermesi neden? Oslo’da MİT-PKK görüşmesine PKK tarafından katılanlardan Mustafa Karasu PKK’nın yayın organında şunu yazıyor:
“Silahların susması için tek çare var. İmralı’ya kapıların açılmasını sağlamak şart”.
Öcalan uzun süredir devrede yok. Seçimlerden önce Öcalan PKK’ya kızıyor, çünkü PKK’nın her eylemi, onun hayallerine set çekiyor.
PKK şimdi azgınlaşıyor ki, devlet yeniden Öcalan’la masaya oturmaya mecbur kalsın. Bu saldırganlık bir anlamda PKK’nın Öcalan’dan özür dilemesi.
“Üretmeden tüketiyorsunuz”
TAM davul, zurna peşrevine çıkmışken, hevesimiz kursakta kalıyor. Notumuz yükselmiş, ama bazı pürüzler var.
Ünlü kredi derecelendirme kuruluşu Standard&Poor’s (S&P) notumuzu yükseltiyor, ancak kısa sürede anlıyoruz ki, yükseltme yerel para cinsinden, döviz cinsinden değil. Hafifçe bozuluyoruz.
S&P daha sonra basın toplantısı düzenliyor. Orada soruluyor: “Notumuzu döviz cinsinden neden yükselmediniz?” S&P’nin yanıtını aslında hepimiz biliyoruz:
“Çünkü sizin cari açığınız çok yüksek, ayrıca sosyal güvenlik reformu yapmanız şart”.
Oysa, büyümede dünyada rekor üstüne rekor kırıyoruz, ama S&P öyle düşünmüyor. “Sizdeki büyümeyi cari açık destekliyor, bu çok riskli”. Ardından daha düşündüren bir cümle:
“Siz üretmeden tüketiyorsunuz”.
Mali sektördeki yüzde 18’lik akıl almaz büyüme, işte bu tüketimin sonucu. Herkes her türden bol bol kredi çekiyor, yani borçlanıyor. Borçlanmaya, tüketime bağlı bir büyüme. Üretmeden büyümenin acısı sonradan çıkacak. Belki gelecek yıl. Büyüme hızı düşecek, enflasyon artacak.
Onun için erken davul, zurna çalmanın alemi yok.
O gençlerden mektup var
O üç gencin suçu büyük. Başbakan Erdoğan’ın İstanbul’da bir toplantıya gelirken pankart açıyorlar, “parasız eğitim istiyoruz” diye. Az, buz değil, parasız eğitim isteyerek, insanlık suçu işliyorlar. Böyle bir suç cezasız kalmaz, bir buçuk yıldır hapisteler.
O gençlerden Berna Yılmaz’dan dün bir mektup alıyorum. On gün önce yazmış. İstanbul’da cezaevinden yazdığı mektup İstanbul’da bana on günde ulaşıyor. Mektubun bir bölümü aynen şöyle:
“Mayıs ayında görülen üçüncü mahkememizde savcı, parasız eğitim talebini dile getirmenin kişi hak ve özgürlüğü olduğunu söyleyerek beraatimizi istedi. Ama, mahkeme heyeti kabul etmedi. Duruşmayı beş ay sonraya, 6 Ekim 2011’e erteledi”.
Bu arada ne oluyor? Bakın ne oluyor, Berna Yılmaz devam ediyor:
“Bu süre içinde ben ve Ferhat (pankart açan diğer genç) okuldan atıldık. Bize beraat isteyen savcı ise, başka göreve atandı”.
Mektubu okumayı bitiriyorum. Uzun süre dalıp gidiyorum.
Paylaş