Paylaş
Geçtiğimiz pazar günü Kanaltürk Ankara Temsilcisi Faruk Mercan Arınç’la çok ses getiren bir röportaj yapıyor. Arınç’ın orada vurguladığı üç arkadaşı ile “o işkenceyi görseydim, ben de dağa çıkardım” sözleri büyük yankı yaratıyor.
O röportajın ekrana yansımayan sohbeti de var. O sohbet de, Arınç’ın ekrana yansıyan sözleri kadar çarpıcı.
Arınç Ankara Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Manisa’da avukatlığa başlıyor. Dönem 12 Eylül 1980 askeri darbe dönemi. O sırada Manisa’da Ülkücüler yargılanıyor. Arınç Bursa Cezaevinde onları ziyarete gidiyor. Kendi kendine, “darbe olmuş, bunlar burada gariban kalmış” diye düşünüyor.
Yargılanan Ülkücüler arasında iki kişi önemli. Biri, bugün AKP Manisa milletvekili Selçuk Özdağ, diğeri Halit Esendağ. İkisi de, idamla yargılanıyor.
ÜLKÜCÜLERE YAKIN
Arınç Ülkücülerin avukatı olmak istediğini söylediğinde, Selçuk Özdağ “siz Erbakan’ı ve arkadaşlarını savunuyorsunuz, bize vaktiniz olmaz” diye itiraz ediyor. Arınç, “günde on saat çalışırsam, beş saati sizin için olur” diyor ve onların avukatlığını üstleniyor. O davadan hiç para almıyor.
Selçuk Özdağ’ı idamdan kurtarıyor. Halit Esendağ ise, 21 yaşında, Haziran 1983’te idam ediliyor.
Gerçekte MSP ve Refah Partisi kökeninden gelen Arınç, aynı zamanda Ülkücülere hayli yakın.
O kadar yakın ki, örneğin o çok tartışılan üçüncü yargı paketiyle hapisten çıkan Ülkücülerin serbest bırakılmasında Arınç’ın rolü var. Yasanın Ülkücüleri serbest bırakacak biçimde kaleme alınmasında pay sahibi.
Aynı şekilde, 12 Eylül Anayasa Referandumunda MHP kesiminden belli ölçüde “evet” oyu alınmasında Arınç’ın yine rolü var. O cephede çatlak yaratıyor.
DARBENİN ESERİ
Askeri darbeler işte böyle sonuçlar veriyor. Akıllarından bile geçmezken, gördükleri işkence ve aşağılanma sonucunda insanlar dağa çıkıyor.
Ya da siyasal olarak birbirleri ile pek bağları olmayanlar, sıkı bağlar geliştiriyor ve bunlar ileride siyasal yoldaşlığa dönüşüyor.
Ya da insanların içinde biriken haksızlık duygusu, onların inatlarını körüklüyor, isyanlarını dile getirmek ve kendi ideolojilerini gerçek kılmak üzere, müthiş bileyleniyor. Bunun önemli aracı siyasete atılmak.
Arınç, binlerce örnekten biri. Söylediği sözlerden hareketle, BDP’lileri en iyi anlayanın Arınç olduğuna eminim. Ancak, günümüzde anlamak artık yetmiyor, Kürt Sorununa çözümde, üstelik bulunduğu makam itibariyle, somut katkıda bulunması gerek.
Bürokrasi yakınması geçersiz
YAPACAĞI işlerle ilgili Başbakan Erdoğan yanılmıyorsam, uzun süreden beri ilk kez yakınıyor:
“Bürokratik oligarşi nedeniyle bazı projelerimizi hayata geçiremiyoruz”.
Erdoğan, önündeki engellere tehlikeli biçimde kuvvetler ayrılığı ilkesini ekliyor, demokrasinin olmazsa olmaz kuralını. Kuvvetler ayrılığına karşı çıkması, tek başına ele alınması gereken temel bir konu.
“Bürokratik oligarşiye” gelince, kendisi on yıldır iktidarda. Her şeye egemen, güçlü bir Başbakan. On yıldan bu yana değiştirmediği hiç bir kurum yok. Bırakın doğrudan kendi iradesi altında bulunan kurumları, özerk kuruluşlar, üniversiteler bile bir işaretle emre amade. Engel olarak gösterdiği bürokrasi kendi eliyle oluşturduğu bürokrasi.
Eğer ona egemen olamıyorsa, demek ki, Erdoğan göründüğü kadar güçlü değil. Ya da mazereti bürokrasiye atıyor.
İdris hocayı yeniden okumak
DÜŞÜNCE tarihimizin, iktisat teorisinin unutulmaz isimlerinden biri İdris Küçükömer.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde onun öğrencisi olduğum için gururluyum. İdris Hoca ölümünün 25. yılında bugün İstanbul Üniversitesinde bir panelle anılıyor.
En çarpıcı yapıtı, “Düzenin Yabancılaşması”. Bugün merkez sağ diye tanımlanan siyasal bloğu ilk keşfeden, o bloğun halka soldan daha yakın olduğunu savunan İdris Bey, sağlığında bu tezi nedeniyle soldan çok eleştiri alıyor. Sosyalist ve TİP üyesi olmasına rağmen. Ancak, hayat onu doğruluyor.Solun İdris Hocayı yeniden okuması gerekiyor.
Paylaş