Paylaş
Köln Spor Akademisi’nde ‘profesyonel sporcu beslenme koçluğu’ da dahil olmak üzere birçok alanda lisans almış. Köln Spor Akademisi’nde doktorasını sağlıklı ve dengeli bir şekilde kilo verme ve tutmayı mümkün kılan bir sağlık konseptinin Türkiye’ye uyarlanması konusu üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Yazar, Köln ve İstanbul’da bireysel ve kurumsal danışmanlık hizmeti veriyor. Almanya’da 20 yıllık tecrübesini bir araya getirerek bir kitap hazırlamış... Detay Yarınları’ndan çıkan kitabın adı ‘Paniğe Gerek Yok’. Ergüven daha önce ‘Adım Adım Wellness-Fitness’ adlı kitap yazmıştı. Beş bölümden oluşan yeni kitabının önsözünü yazan Köln Başkonsolosu Mustafa Kemal Basa diyor ki:
“...İki kültürü birden özümsemiş, bir yandan Türklere has insani sıcaklığı, öbür yandan Alman titizliği ve disiplinini çalışmalarına yansıtan bu genç uzman, eminim kısa sürede size de ‘Panik Yok’ dedirtecektir.”
Beslenme ve fitness hakkındaki bilgiler, bir bütünü tamamlayacak sekilde aktarılmış ve ve sabırsız kişilere bir günün sağlıklı ve kaliteli bir yasamın nasıl olması gerektiğini gösterebilmek için ‘Acelesi olanlar’ başlığı altında toplanmış... 3. bölümde, dengeli bir beslenmenin temelleri verilmiş. 4. bölümde öğünlerde uygulamanın nasıl olması gerektiği vurgulanmış. Daha sonraki bölümlerde forma girmede ve kalmada önemli olan diğer faktör olan hareket, iki alt başlık altında, kardiyo ve fitness egzersizleri olarak işlenmiştir.
YASAKSIZ KİTAP
Konunun herkes tarafından tam olarak anlaşılabilmesi için beslenme bölümünde ‘Öneriler’ başlığı altında kısa uygulamaya yönelik bilgiler verilmiş; egzersizleri uygularken de hataların en aza indirilebilmesi için resimlerle konular açıklanıyor. Kitap, Türkiye’de insanlara ideal forma ulaşma ve kalma yolunda son bilimsel araştırmaları temel alarak hazırlanmış, bütüncül ve farklı bir bakış açısına sahip bir kılavuz... Bunun bir diyet kitabı olmadığını yazar vurguluyor.
Çünkü kitapta yasaklara yer verilmemiş, sadece bir dengenin kurulması ve tutulması esas alınmıştır. Kitap, insanı ve günü bir bütün olarak almış ve sunulan çözümler de birbirini tamamlamış tarzdadır. info@fitnessconcept.co
www.fitnessconcept.co)
Sakın türkülere yan bakmayınız
‘Vardar Ovası’meydanlara iniyor
‘BALKAN uzmanı’ Av. Özcan Pehlivan-oğlu, Bülent Arınç’a ve çevresindeki ‘yağcılara’ bakın ne diyor: “...Orada benim de yakından tanıdığım sanatçı kardeşimiz Fahriye Güney ve Vardar Ovası türkümüz, B. Arınç’ın hiç de hoş olmayan bir davranışına muhatap kalmıştır. Bu Arınç’ın Balkan Türklerine karşı ilk davranışı değildir. Ancak beni yaralayan, Arınç’ın sözlerine karşı orada bulunan ve Bulgaristan Türklüğünü temsil iddiasında bulunan arkadaşların TV ekranlarına yansıyan kahkahaları ile Fahriye Güney’in tutumudur. Beni kalben yaraladı ve üzüntüye sevk etti. Balkan Türklerine ve özellikle Bulgaristan Türklerine bir sözüm olacak. Daha dün Bulgaristan seçimlerinde Bulgaristan Türklerini bölmeye çalışan bu AKP değil miydi? Unuttunuz mu? Arkadaşlar bayram ziyaretinde Arınç’a bunu da sordular mı? Beyler, hatırlatmak isterim ki, korkunun ecele faydası olmadığı gibi yalakalığın da gelecekte başımıza gelecek olanlara bir faydası yok... Ancak şu iyi bilinmelidir ki Balkan Türkleri uğradıkları bu davranış karşısında susan, kahkaha atan ve ‘evet efendim’ diye dalkavukluk türü şeyler yapanlardan ibaret değildir. Bilmenizi isterim ki Balkanlar’da adeta Türklüğü yaşatan bir türkü olan ve Türk milletinin ölümsüz lideri Atatürk’ün de çok sevdiği ve katıldığı toplantılarda sık sık çalınmasını istediği ‘Vardar Ovası’ adlı Balkan türküsünü, en yakın zamanda yurdumun dört bir yanında ve herkesin duyabileceği bir şekilde çalınması için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.”
“TÜRKÜNÜN günahı ne” yazısını dün sıcağı sıcağına yayınlamanız çok iyi oldu. Dünkü ilginç yazı üzerine anımsatayım dedim. Hazret (B. Arınç) Aralık 2006’da şöyle buyurmuşlar:
“Adım Bülent Arınç olmasaydı heykelimi
dikerlerdi.”
Bir not daha... Marş bestekârı Bahri Yüzlüer’den naklen: Halil Bedii Yönetken, konservatuvardaki derslerinin birinde şöyle demiş: “Siz klasikçisiniz, sakın ola ki türkülere yan bakmayasınız. Yarın sınırların tespiti veya tayini söz konusu olursa onlar ölçü olarak alınacaktır.”
Aydil EROL
Vali Oğuz, Isparta’da ‘Nurcu’ oldu, kaldı
DERLER ki, Isparta Valisi Memduh Oğuz’u arkadaşlarına sorun... Eskiden böyle değildi denilir, onun kadar ‘keskin dönüş’ yapan başka bir vali yoktur. Oğuz, görev süresi boyunca Fethullah Gülen’e ve Nur cemaatine yönelik icraatları ve açıklamalarıyla sık sık gündeme gelmişti. Son atamalarda görevden alındı, çünkü kilometresi artık doldu. Emekliliğini Isparta’da geçireceğini açıkladı; ancak bir süredir AKP’den belediye başkanı olacağı söyleniyor. Oğuz veda etmeden önce Saidi Nursi’nin Barla beldesinde 1953-1960 yılları arasında bir süre yaşadığı evin açılışını yaptı. “İlk defa üstad Bediüzzaman’ın kaldığı ev devletin oluyor ve bizzat devlet tarafından, devletin parasıyla restore ediliyor. Bu, milli değerin, milli haysiyetin onarılmasıdır. Bu, sistemin barışmasıdır” dedi.
Isparta’da kendisini yakından izleyen gazeteci Yusuf Yavuz, vali için bakın ne diyor: “Cemaat, siyaset ve tarikat üçgeninde bir vali!” Onu İzmit’ten tanıyanlar diyor ki: Bunların sayısı o kadar çok artıyor ki...
Çalışma hayatında geçmişe vefasızlık, geleceği aydınlatmıyor
TÜRKİYE’de çalışma hayatını düzenleyen yasaların yürürlüğe girmesinin üzerinden yarım asır geçti.
50 yıl önce yaşananlar ve sağlananlarla bugün gelinen nokta arasında dağlar kadar fark vardır; sağlıklı bir durumdan çok uzağa düşülmüştür.
Grev ve Toplu Sözleşme yasalarının 50 yıl önce çıktığına ilişkin bir hatırlatma dahi yoktur. Bunu sağlayan siyasal partiler ve bu haktan yararlanan sendikalar bu konuda ne bir açıklama yaptılar; ne de bir seminer ya da panel...
Hatırlamaya çalışalım.
Sosyal haklar ve sosyal devlet ilkelerinin hayata geçirilmeye başlandığı, 1961 Anayasası sonrası durum. Bugün, 1961 Anayasası düzenlemelerinin, neresindeyiz ve nereye doğru koşuyoruz.
Anayasa konusunu bir yana bırakalım.
Sendikalar var ama toplu iş şözleşmesi sistemini çalıştıracak olan, bir yasal düzenleme yok. Hasan Hüseyin’in, ‘Kavel’ şiirini hatırlayalım. ‘Kavel Grevi’ günlerine dönelim.
Dönemin Çalışma Bakanı, yıldızı yeni parlamağa başlayan, genç bir politikacı; Bülent Ecevit.
Bakanlığın tozlu raflarında bekleyen bir dosya. 1960 sonrası çalışma bakanı olan, Lozan’dan dönen, ileride sosyal politikanın duayeni olacak, Prof. Cahit Talas’ın başlattığı bir çalışma. Sendika ve toplu iş sözleşmesi sisteminin, 61 Anayasası’nın getirdiği düzenlemeler çerçevesinde, nasıl kurulmasına ilişkin yasa tasarısı taslağı dosyası bu.
12 Eylül 1980’de yer ile yeksan edilen, uygulaması 20 yılına bile ulaşamayan iki yasa. 274 sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası. İşte 1963 ve 24 Temmuz tarhini taşıyor. Bir dönem çalışanlar açısından bayram olarak kutlanan, bu tarihin kökeninde yatan, 24 Temmuz 1963. Ve 50 yıl sonra, 24 Temmuz 2013. Aradan geçen 50 yıl kolay değil.
Bu yasalar, siyasal hayatımıza genç bir politikacıyı tanıtırken, adı ile anılacak bu düzenlemeler sonucu, yeni bir siyasal lider de yetişmeye başlıyor. Bülent Ecevit’ten çok şey öğrendi Türkiye...
Türk-İş sessiz sedasız, aylardır bekleyen kamu işyerlerinde çalışan işçilerle ilgili, toplu iş sözleşmesi uyuşmazlığını, işveren olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile anlaşarak bağlıyor. Sosyal taraflar içinde, üçüncü kişi olarak, uzlaştırıcı arabulucu olarak yer alması gereken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, bu 50 yılda geldiği durum bile, başlı başına bir değerlendirme konusu değil midir? Tarihi değerlendirmek isteyenler, bu dönemin toplu belgelerini, şimdi kütüphanelerinde kalmış mıdır bilemiyorum, Türk-İş bu kitabın tıpkıbasımını niye yapmaz. 25 üniversitemizde Çalışma Ekonomisi Bölümü var; bu yasaların nereden gelip nereye gittiği hocaların öğrencilere ödevi olamaz mı? Hocalar bu yasaları anmaktan da mı korkuyorlar?
İş dünyası zam oranları belli olduğuna göre rehavete şimdiden rehavete yapılmışlarsa, işçi sınıfına ihanet ediyorlar.
Ne yazık ki, 50. yılda en büyük işçi konfederasyonunun durumu içler acısıdır.
Bu yasaların çıkmasını sağlayan CHP’ye bakıyorum.
Aday adaylarının içine düşmüş durumda...
Halbuki seçimde anlatabileceği en önemli konulardan biri ‘çalışma yaşamı’ olmalı. Bu yasayı CHP çıkardı; bugün ne diyor, geleceği nasıl görüyor? Bellideğil. DSP’de de bakıyorum; nerede? Arıyorum. Adaylarını hangi kriterlere göre belirleyecekler. Uğraşları sadece arsa-borsa ve rant beklentisi midir?
Partiler adaylarını hangi kriterlere göre belirleyecekler. Gündemlerinde hangi konular var. Geleceği nasılgörüyorlar.
Esas soru bir 50. yıl kutlaması yapamayacak mıyız? Bir anda yasaların
hazırlanmasında ve çıkmasında büyük katkısı olan, adam gibi adam, dürüst sendikacı rahmetli Bahir Ersoy’u düşünüyorum. Bu çalışmaların, kendisini Çalışma Bakanlığı koltuğuna kadar taşımasından sonra bile, sendikacı kimliğini hiç unutmayan, bu kimliği sıçrama tahtası olarak bile kullanmayı, aklından bile geçirmeyen, bu güzel insani düşünüyorum. Çocuklar neler oluyor, deyişini duyar gibi oluyorum.
Ve yazının başlığına geçecek, şu sözcükler, buruk bir şekilde dilime takılıyor.
Geçmişe vefasızlık, geleceği aydınlatmıyor.
İsmail BAYER- Çalışma Bakanlığı (E) müfettişi
Paylaş