15 Ağustos 1984 yılında
PKK ilk eylemini yapıp adını duyurduğunda,
Celal Başlangıç'ı da yıllar alacak bir haber serüvenine sürükleyecekti.
Başlangıç 1984 yılından bu yana gerek Doğu, gerekse Güneydoğu Anadolu'yu köy köy, mezra mezra dolaştı. Buralarda
PKK ve devletin arasında kalan Kürt kökenli yurttaşlarımızın acılarına ortak oldu. Tanıklık etti.
Yeşilyurt'ta zorla dışkı yedirilen insanlarla karşılaştı. Gözaltında kayıp olanların, öldürülen ya da işkence gören insanların ve bunların yakınlarının çığlıklarını kalemiyle ilgili yerlere iletmeye çalıştı.
Kanlı savaşın bitirilip barış ve dostluk güvercinlerinin uçurulması gerektiğini anlatan yüzlerce yazı yazdı usta kalemiyle... Ama o ve onun gibi gazetecilerin yazdıkları görmezlikten gelindi. Barış yerine savaş çığlıkları atıldı. Ve acılar katlanarak çoğaldı.
İşte
Başlangıç'ın 5'inci kitabı olan
'Korku Tapınağı' da bu acıların derlendiği, yanlışlıkların anlatıldığı, insanların böyle bir şey olamaz deyip inanamadıkları olayların belgeleri ve tanıklarıyla beraber sunulduğu bir kitap.
'Korku Tapınağı'nda
Diyarbakır'da kaybolanların,
Lice'de zorla koruculaştırılanların,
Güçlükonak'ta katledilen köylülerin,
Yeşilyurt'ta dışkı yedirilenlerin,
Silopi'de kaybedilen
HADEP'lilerin,
Derebaşı'nda öldürülen gençlerin,
Tunceli'de en temel gıda gereksinimlerini bile karneyle karşılayan insanların çığlığını duyacaksınız. Ve bu
'Korku Tapınağı'nı yöneten
'Tapınak Rahipleri'ni tanıyıp, onların acımasız kurallarına tanıklık edeceksiniz.
Kitabın adı için, bu bir korku filminin adı değil demiştik. Fakat bu kitabı okurken dehşete düşeceksiniz. Bu ülkede her şey olur sözünün
Türkiye için neden geçerli olduğunu anlayacaksınız.
Ve bir döneme damgasını vuran, ülke için acı sonuçlar veren adı konmamış bir savaşın içyüzünü bu kitapta bulacaksınız.
Kore'yi unutmayın
GEÇTİĞİMİZ günlerde
CNN Türk'te
Kore Harbi ile ilgili bir belgesel seyrettik. Yapımcısı
Başar Başaran'ı kutlarım.
Yalnız bir şey sormak istiyorum. Bu belgeseli niye yarım bırakmışlar? Acaba bilgi noksanlığından mı?
Kore Harbi, Kunuri'den sonra da çok kanlı muharebelere sahne oldu. 22-23 Nisan'da
Çinliler'in büyük ilkbahar taarruzunu unutmayalım. Bu taarruzda
tugay, 9. Bölüğü ve
2. Bölüğü artçı bırakarak çekilmişti. O gece
9.Bölük 130 şehit verdi. Bölükten geride kalanlar ağır yaralı olarak esir düşmüştü.
İşte o kahraman bölüğün kumandanı benim ağabeyim, Yüzbaşı
Hamid Yüksel'di ve ağır yaralıydı. 2.5 yıl esir kamplarında kaldıktan sonra yurda döndü. Giderken hamile olan eşi üçüncü oğlu
Korem'i dünyaya getirmişti. Onlar çok zor, çok zor günlerdi.
Ağabeyim uzun yıllardan sonra Alay Komutanı olmuştu.
Kore Tugayı'nın Komutanı General
Tahsin Yazıcı, ağabeyime yazdığı mektuplarda,
‘‘Benim kahraman yüzbaşım’’ diye başlar.
‘‘Sen hangi rütbede olursan ol, benim kahraman yüzbaşımsın’’ derdi.
22-23 Nisan savaşları bir destandır. Bölüğün sol kanadında olan
Amerikan Negro Alayı, taarruz başlar başlamaz, haber vermeden geri çekilmiş. Böyle olunca 9. Bölük sol taraftan kuşatılmış ve kuşatma arkaya sarkmıştı.
Aynı muharebede
İngiliz Kraliyet Taburu bir tek kurşun bile atmadan teslim oldu. Tabur Komutanı, doktoru ve papazı dahil...
Yine o gece 9. Bölüğün gözetleme subayı olan üsteğmen
Mehmet Gönenç son telsiz konuşmasında,
‘‘Düşman içimizde, verdiğim koordinatları bombalayın’’ demişti. Koordinatlar kendisinin de bulunduğu yerdi.
23 Nisan gecesi vurularak kumandanın ayakları dibinde şehit olan Ödemişli
İsmail Çavuş'un büyütülmüş bir resmi ağabeyimin evinin duvarını halen şereflendirmektedir. Yüzbaşı
Kaya Aldoğan'a hakikaten içten yandım; geride kalan bir eş ve iki küçük çocuk bırakan
kahraman Yüzbaşı'yı saygıyla anıyorum.
Yalnız, yapımcı Sayın
Başar Başaran'ın daha derin bir araştırma yaparak bu savaştaki başka
Kaya Aldoğan'lardan bahsetmesini gönül arzu ederdi.
9. Bölüğün kahramanlarına da belgeselde yer vermek çok vefalı, daha güzel ve anlamlı olmaz mıydı diye düşünüyorum.
Mebruke TURHANCIK
Emekli öğretmen-ADANA Bekáret kemeri de takalım
DÜNKÜ
Hürriyet Gazetesi'nin manşetindeki
Osman Durmuş'un yönetmelik değişikliği yaparak
Sağlık Meslek Liseleri'nde okuyan kız öğrencilere
'bekáret zorunluluğu' getirmesi haberi
Türkiye'yi ayağa kaldırdı. Karara tepki gösteren okurlarımızın görüşleri şöyle:
- İstanbul'dan Abidin Avcı: ‘‘Osmanlı döneminde bile böyle çağdışı uygulama yoktu. Sayın Durmuş'un bu kaçıncı hatası. Böyle bir uygulama sonucu o insanların psikolojileri ne olur? Ne yazık ki bu kararı alan Türkiye Cumhuriyeti'nin Sağlık Bakanı, hem de doktor.’’
- Ankara'dan
Selva Özyurt: ‘‘Haçlı seferleri döneminde bekáret kemeri uygulaması vardı. Oldu olacak Sağlık Meslek Lisesi'ne girmek isteyen kızlara bekáret kemeri takalım. Kızlar mezun olduklarında anahtarlarını alırlar.’’
- E. Emre Doğan: ‘‘Eğitimciler böyle bir yönetmeliğin, bir öğrencinin haksız yere bile suçlanması halinde ‘‘bekáret muayenesine’’ yollanmasının yolunu açacağını, çağdışı bir uygulama olduğunu ve öğrenciler üzerinde büyük psikolojik sorunlara neden olacağını belirtmişler. Bu yönetmelik kimler tarafından, nasıl hazırlanıyor? Konuyla ilgili uzmanların görüşleri dikkate alınıyor mu?’’
Abant ölüyor ilgilenen yok
ABANT turizm merkezlerimizden birisi, volkanik bir göl.
Ankara ile
İstanbul'a eşit uzaklıkta, yoğun bir ziyaretçi potansiyeli olan merkez. Göl ve etrafındaki orman, insanları büyüleyen bir güzellikler manzumesi. Ancak bu güzellik, son 30 yıldır yavaş yavaş yok oluyor, ilgilenen yok.
Göl, güneydoğu ve kuzeybatı bölgelerinde zaman içinde toprakla dolmuş, böylece yüzeyi 1/3 ölçüsünde küçülmüştür. Mevcut otelin hemen önünde bir spor alanı oluşturulmuş, nilüferlerle kaplı olan bu yerde şimdi basketbol, voleybol sahası yer almaktadır.
Orman Bakanlığı ile Başbakanlığa yapmış olduğum müracaatlardan da bir sonuç alamadım.
Abant'ın son kırk yılını iyi bilen bir kişi olarak duruma ve ilgisizliğe üzülmemek mümkün değil.
Abant Gölü yok oluyor, küçülüyor ve bu, gözle takip edilebilecek kadar kısa zaman süreci içinde oluyor. Yetkililer, ilgileniyoruz diyor. Ama kimse hiçbir şey yapmadan seyrediyor. Sayın devlet büyüklerimizden, 30 sene sonra tatil yapacakları
Abant olmayacağını bilmelerini rica ediyorum.
Süleyman ERTAN-KARABÜK MESAJ
OĞLUNA gösterişli sünnet düğünü yapan
Siirtli aşiret reisi
Bedrettin Ekdi'ye okurumuz
Remzi Şahin soruyor:
‘‘Ekdi'yi okurlarınız çok iyi sorguladı, bu arada devlete de güzel dersler verdiler. Yalnız Ekdi'ye şunları da sormak gerekiyor: Memleketini terk edip İstanbul'a niye geldin. 200 daireyi nasıl aldın? Siz ve akrabalarınız memleketinize yatırım yaptınız mı ya da yapmayı düşünüyor musunuz?’’