Paylaş
O zaman Ankara Bürosunda Sedat Ergin'le birlikte dış politika muhabiri olarak çalışıyorlardı. Güldemir, rahmetli Uğur Mumcu ile Ankara basınına ve Cumhuriyet'e ilk bilgisayarı getiren gazeteciydi.
Bir gün ayı avı turizmininde yeni uğrak yeri olmaya başlayan Artvin Yusufeli'ne röportaj için göndermiştik. Av kültürünü daha o yıllardan bilinir; bugün de eleştirilirse de 'dünyanın sayılı avcıları' arasında yeralır. Sedat Ergin, Hürriyet'e geçip Washington muhabirliğine gönderilince, biz de onun karşısına Ufuk'u yollamıştık. Güldemir o dönemde 'Çevik Kuvvetin Gölgesinde', 'Kanat Operasyonu' ve 'Texas-Malatya' kitaplarını yazmıştı. İzmir Efes Oteli'nin havuzunda NATO Genel Sekreteri Joseph Luns ile yaptığı röportajla herkesi atlatan Güldemir, Washington'da, Sedat Ergin'le kendilerini ziyaret eden gazeteci dostlarına Patomac nehrinin kıyısındaki balıkçı lokantasında, kalamar diye 'timsah ızgara' yedirmesi ve arkasından atılan kahkahalarla hatırlanıyor.
Güldemir, Show ve Star televizyonlarında haber yönetmenliği, Milliyet ve Sabah'da da genel yayın müdürlüklerinde bulundu; daha sonra da Habertürk'ü kurdu.
Amerika'da dört aylık bir tedavi süresinden sonra İstanbul'a döndü Güldemir...
Dün kendisine geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk. Yaşadığı zorlu süreç hayli ilginçti ve bu tür vakalarla karşılaşanları bilgilendirmesi gerekiyordu. Yanında eşi Gaya'nın da anlattıklarını not ettik. Gazeteci gözüyle kansere yakalananlara katkısı olur diye düşündük.
TAHLİLLERİMDE ÇIKMADI
- Bu illete yakalandığını nasıl anladın?
- Son 5 senedir sigara ve içki kullanmam. Günde 45 dakika spor yaparım. Geçen mayıs ayında Kuzey Kutbu'na gittim. Döndükten sonra vücudumun sağ tarafında çok hafif bir sızı hissettim. Fakat bunu Kuzey Kutbu'nda soğuk almış olabileceğime verdim. Ancak vücudumda bir olağanüstülük de yoktu. Herhangi bir alarm da vermiyordu. Üstelik her 6 ayda bir yaptırdığım tetkiklerim de normal çıkıyordu. Bir gece yemeğe dostumuz Dr. Jan Klod Kayuka geldi. Hafif sızıdan bahsettim. Eliyle karaciğerimi şöyle bir yokladı ve yüzünün değiştiğini gördüm. Jan, sigara içki kullanmadığımı bildiği için durumun ne olduğunu anlamıştı. Ertesi Alman Hastanesi'ne çağırdı ve kanser teşhisinde kullanılan Cat Scan taramasına soktu. O gün bana hiçbir şey söylemediğinden durumun vahametini sezdim. Nitekim tarama sonucunda da pankreasta tümör, karaciğerde metastaz çıktı. Tümörler hiç acı vermeden sinsice ilerlemişti ve muhtemelen birkaç yıllıktı. Karaciğere sıçramadan önce yakalansa pankreastayken ameliyatla tamamen bitirilebilirdi. Ama tümör bir yerde değil birkaç yerdeydi.
- Bu teşhisten sonra ne yapıldı?
- Dr. Jan Klod, New York'taki Sloan Kettering Kanser Hastanesi'ne ya da Houston'daki M.D. Anderson Kanser Hastanesi'ne gitmem gerektiğini söyledi. Biz M.D. Anderson'u tercih ettik. Çünkü, kanser tedavilerinde klinik deneylerinin, Aggresive deneysel tedavilerinin uygulandığı dünyadaki en önemli tedavi merkeziydi. Mustafa Süzer ve Erdal İnönü de orada tedavi görüp iyi sonuçlar alıyorlardı. Hastanede Türk hastalar için bir departman olduğunu da söylemeliyim. Beni Gastrolog- Onkolog Dr. Robert Wolff teslim aldı. 'Klinik deneysel', bir tedavi şeklinde başladı. Üç ayrı kemoterapi ilacı aynı anda uygulandı.
DENEYSEL TEDAVİ
- Bir deneysel tedaviye girmek cesaret sayılmalı mı?
- Klinik deney, bir kanser hastası için duymaktan çok mutlu olmadığı bir yöntemdir. Aynı zamanda normal tedavi yolları kapalı demektir. Nitekim benim vakam da ameliyat gibi konvansiyonel bir tedaviye kapalıydı. Dolayısıyla 'klinik deney' sözcüğünün ruhumu çok okşadığını söyleyemem. Ama diğer yandan da iş yaşamımdaki çalışma hırsını, eğer iyileşmekte de aynı hırsa dönüştürebilirsem bu hırs deneysel tedaviyle birleştiğinde ilk defa işime yarayacaktı. Sağlığıma kavuşabilirdim. Kaldı ki o ruh hali içinde klinik deneye katılmanın bundan sonraki kanser hastalarına umut olacağını da düşündüm.
- Klinik deney dediğinizi biraz açar mısınız.
- Bunun çeşitli 'faz'ları var. Bana uygulanan önce laboratuarda, sonra hayvanlarda denenmiş, sonra da insan üzerinde uygulamasına ilk başlanan tıbbi anlamda bir terkipti. Yani üç ilaç aynı anda ilk kez uygulanacaktı, nitekim ben bunun uygulanmasına izin verdim.
- Tabii bu tedavin sırasında Türkiye'deki dostların seni hiç yalnız bırakmadı.
- İlk başta şunu belirtmek isterim. Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, sık sık arayarak sağlık durumumla ilgilendi. Sayın Sezer'in bu samimi ve içten şefkatini unutamam. Bunun dışında siyasi parti liderlerinden milletvekillerimize, meslek büyüklerimizden meslektaşlarımıza, izleyicilerimiz, okurlarımız, dostlarımız yüzlerce kişi aradı ve ziyaretimize geldi.
Yarın: Zaman zaman beynin kepenklerini indirmek gerekiyor.
- CHP İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem'in kızkardeşi Bursa Milletvekili ve Kadın Kolları Genel Başkanı Güldal Okuducu'nun oğlu Ekin ile CHP Şişli İlçe Başkanı T. Ümit Oğuzcan'ın kızı Duygu'nun Kadıköy'de Önder Sav ve Mustafa Özyürek'in tanıklıklarıyla evlendiklerini; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın çağrılı olduğu halde nikaha katılmadığını; Mustafa Sarıgül'ün sadece çiçek gönderdiğini...
- CHP Büyükşehir Belediye Meclisi Başkan Vekili Kemal Akar'ın istifasının ardından 7 kişilik Yönetim Kurulu’nun da istifa ettiğini...
- İSTANBUL Mimarlar Odası'nın 'Mimarlık ve Kent Şenliği'nin 2-8 Ekim’de çeşitli etkinliklerle yapılacağını...
9. hekim atandı
2006 2. atama başvurularında kadrosunda 8 hekim bulunan 3 fazla hekimli Mersin Erdemli Sağlık Ocağı'na 9. hekim için münhal kadro açılıyor. Torpilli olan bu kadrodan belki bakanımızın bile haberi yok. Ama Güneydoğu'ya doktor gönderemiyorum diyen Sağlık Bakanı Akdağ, 8 doktorlu yere 9'ncuyu gönderiyor. Bu nasıl mantık anlayamadık.
İsim saklı
- ŞİŞLİ Etfal Hastanesi'nin halini gören var mıdır? Acil'in yanındaki beyin cerrahi bölümün kapısı değiştiriliyor, etraf pislik, çöplük içinde. Bu hastalara yazık değil mi?
Ali FERAHBOT
- ELAZIĞ'da, 14. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları etkinlileri 20, 21 ve 22 Eylül tarihlerinde yapılacak. Bugün Belediye önünden 'Şairler Yürüşü' ile başlayacak etkinliklere yerli ve yabancı 30 şair katılıyor.
Karadeniz insanı her şeyi sineye çeker de, terörist damgası yemeyi asla kabul edemez
BAŞBAKAN, İTO'da yaptığı konuşmada sözü tekrar fındığa ve 'Fındık Mitingi'ne getirerek 'mitingi yapanlar terörist' diyerek, Karadeniz'i ve Orduluları çok derinden yaraladı. Oysa, hükümet komserlerinin raporlarında, tek bir bölücü veya suç unsuru taşıyan pankart olmadığı, yine tek bir bölücü veya slogan atılmadığı, dışarıdan farklı insanların olmadığı şeklinde. Yani, devletin 'resmi' raporu var ellerinde. Bu raporlar böyle demesine rağmen, Başbakan hangi gerekçeyle üreticiyi terörist ilan edebiliyor aklımız almıyor? Ordu'lular olarak bu raporların açıklanmasını istiyoruz. Gerçekler ortaya çıksın amacımız.
Fedakar Karadeniz insanı fakirliği kabul eder, her şeyi sineye çeker ama terörist damgası yemeyi asla ve asla kabul edemez. Buna layık değildir, zira bu bölge PKK ile mücadelede en çok şehit veren bölgedir.
Başbakan, yine konuştu ve fındık 2.5 YTL'den gidiyor! Yani, 4 ya da 5 YTL'lik fiyat hikaye... TMO'da para olmadığından ve buğday uzmanları fındık uzmanları yapıldığından! "Bu fındık yaş" deyip fındık almıyorlar üreticiden ve üreticide mecburen tüccara 2.5 YTL'den vererek satıyor fındığı. Çünkü geçen yıldan da o kadar mağdurki, cep delik cepken delik hikayesi. Sefilleri oynuyor üretici resmen. oysa fındığın maliyeti zaten 3.5 YTL.
Ama Karadeniz'li bunun hesabının sorulacağı günü de beklemiyor değil!...
D.E-ORDU
ORDU'nun ekonomisi, büyük ölçüde fındığa bağlıdır. Ancak bu yıl fındığın fiyatı maliyetini bile kurtarmamaktadır. Bu da, gerekli önlemler alınmazsa bu yıl ilmizden büyük şehirlere göç olayının başlayacağının işaretedir. Üreticinin haklarının korunması yolunda CHP Milletvekili Sami Tandoğdu gösterirken büyük gayret, Kazım Türkmen'den ses çıkmıyor hayret...
Durum böyle giderse bu yıl vatandaşın ağzından şu mısralar eksik
olmayacaktır:
Fındığı satsak da para etmiyor
Yapılan masrafa bile yetmiyor
Alacaklı gelmiş kovsan gitmiyor
İneği de versen borcun bitmiyor
İnsafı yok hani danası diyor
Cepte para yok ki gitsin elimiz
Allah’a emanet bu yıl ilimiz
ŞAİR ALİ
PAPA 16. Benedikt'in İslam konusundaki olumsuz görüşleri kimseyi fazla yanıltmasın. Papalık yalnız İslam dünyasına değil doğudaki Ortodoks Hıristiyan dünyasıyla da fazla uzlaşmaz, onlara şüpheyle bakar.
Papa'nın temsil ettiği Katolik dünyası nüfus olarak daha çok Batı da yoğunlaşmıştır. Batıdaki Roma-Vatikan merkezli Katolik dünyası ile İstanbul (Konstantinoplis) şehri merkezli doğudaki Ortodoks Hıristiyan dünyası arasındaki fikir ayrılıkları ve siyasi güç çekişmesi çok uzun yüzyıllara dayanır. Bu çekişme resmen 325 yılında İznik şehrinde Hıristiyan akidelerini tespit etmek için ilk defa toplanan konsülden itibaren artarak devam etmişti. Bu çekişmenin esas nedeni Hıristiyan dünyasına kimin hakim olacağı mücadelesiydi. Katolik dünyasıyla Ortodoks Hıristiyanlik dünyasının karşılıklı birbirlerini din dışılıkla bile suçlamaya kadar götüren bu çekişme. 25 Aralık 800 yılında Papa III Leo'nun Frank Kralı Sarlaman'a kendi eliyle taç giydirip onu Kutsal Roma İmparatoru ilan etmesi. Kendini tek ve evrensel Roma İmparatoru olarak gören Bizans'ta yani Doğu Roma'da büyük tepkiyle karşılanmıştı. Hıristiyan dünyasında Batı ve Doğu arasında ayrılıklar daha da kesinleşiyordu. 1054 yılına gelindiğinde Katolik dünyası ile Ortodoks dünyası ipleri kopardılar, artık onlar düşman kardeştiler. Yalnız halklar seviyesinde değil Papa'larla Patrikler birbirlerine karşı duydukları nefreti açıkça dile getiriyorlardı. Konstantinopolis Patriği Mikhail Serularius (1043-1058) Papa IX Leo (1049-1054) birbirlerinden öyle nefret ediyorlardı ki birbirlerini karşılıklı olarak Hıristiyanlıktan sapmakla suçluyorlardı. Bu nefret öyle bir hal aldı ki karşılıklı hesaplaşma kaçınılmaz oldu. Papa'nın desteğindeki Haçlı orduları 1204 yılında İstanbul'u istila etti. Şehri talan edip katliam yaptılar. 60 kusur yıl burada kaldılar.
Bu tarihten sonra 1961 yılına kadar Katolik dünyası ile Ortodoks dünyası arasında uzlaşma sağlamak için yapılan girişimler hep sonuçsuz kaldı.
İSLAM İLE ŞİDDET
Papa 16.Benedikt İslam ile şiddet arasında bir bağ kurarak dolaylı yoldan İslam’ı eleştirmesi. Yüzyıllardır süren Batı-Doğu çekişmesini Papalığında bizzat katılarak tekrar alevlendirilmesi. Planlı ve bilinçli yapılmış ise politik sonuçları bakımından oldukça endişe vericidir. Çünkü Hıristiyan ve İslam dünyası arasındaki ayrılıkları daha da artıracaktır. Katolik dünyasında Papaların her söyledikleri ağızlarından çıkan her laf çok önemlidir ve hepsi soruşturulmadan doğru kabul edilir. Çünkü 1869-1870 yılında Vatikan'da toplanan konsülde Papanın mutlak yanılmazlığı doktrini kabul edilmiştir. Böylece Papa'nın sözlerini ve otoritesini Katolikler hiç bir eleştirme yapmadan kabul ederler. Onun için Papa'lar konuşmadan evvel ne diyeceklerini çok iyi tartarlar ona göre konuşurlar ona göre mesajlarını verirler.
Bu tip eleştirileri Ortodoks dünyasının liderleri Patriklerde göremezsiniz onlar yüzyıllardır Müslümanlarla bir arada yaşadıklarından İslam dünyasını Katoliklerden ve Papadan çok daha iyi bilirler ve İslam çoğunluğunun terörist eylemleri desteklemediğinin bizzat farkındadırlar.
AĞIZ DALAŞINA GEREK YOK
Papa'ya karşı sert demeçler vererek ağız dalaşına girmeye hiç gerek yok. İslam dünyası aslında sesini duyurabilmek için eline çok iyi bir koz geçirdi. Müslümanlar tepkilerini bağırarak çağırarak değil de çok basit bir iki soruya cevap isteyerek verebilirse tepki çok daha etkili olur.
Sorulacak birkaç soru şöyledir.
- 1204 yılındaki İstanbul işgalinde yaptıkları katliamları Haçlı seferleri yoluyla Müslümanlara karşı giriştikleri seferlerde geçtikleri yollarda nasıl din kardeşlerini katliama uğrattıklarını, Ortaçağ'da en ufak bir şüpheyle nasıl insanları engizisyon mahkemelerine yollatıp işkencelerle öldürttüklerini, Papalığın aşıladığı nefret sonucu Aziz Bartholomew katliamı olarak tarihe geçen 1572 yılında Ağustos ve Eylül aralarında Paris'te ve Fransa'nın diğer şehirlerinde, Fransız Katoliklerinin Huguenot denilen Fransız Protestanları'ndan en az 110 bin kişiyi hangi amaçla katlettikleri,
MUSOLİNİ VE NAZİLER
II. Dünya Savaşı sırasında Papa'ların nasıl Musollini ve Nazilerle işbirliği yaptığını, II. Dünya Savaşı'nda milyonlarca masum Hıristiyan dindaşlarının öldürülmesine nasıl sessiz kaldıklarını, İspanyol kökenli Opus Dei adlı çok tehlikeli Katolik tarikatının Vatikan'da niye ofisi olduğu, Vatikan'ın finans ve bankacılık yoluyla Tanrı adını kullanarak nasıl milyarlarca dolarlık büyük para trafiğini kontrol ettiğini, New York şehrindeki Central Park büyüklüğündeki Vatikan'ın hükmettiği milyarlarca dolar ve ilahiyat gücüyle Mafia'dan başlayarak, gizli örgütlerden, politikacılara kadar ne kadar etkili olduğunu da sormak gerekiyor. Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz Ata sözünü Papalığın durumu bozuyor Papa'nın gerçekten Papa'da ya da Vatikan'da olduğunu biliyoruz da, gerçek imanın kimde olduğu hala belli değil. Çünkü para, bireysel çıkarlar ve nefret İslam da dahil her girdiği yeri bozuyor.
Onun için bütün dünyadaki din adamlarının ne yaptıklarına ne konuştuklarına çok dikkat etmeleri gerekiyor. Politikacıların çok sık düştüğü bu hataya düşmemeliler.
Tanrı hepimizi Allah adına konuştuğunu iddia eden içi nefret dolu din adamlarından korusun.
İsmail TOKALAK tokalak@btinternet.com
Sevda Tepesi imara açılırsa turizm İstanbul'da darbe alır
SON günlerde, İstanbul Sevda Tepesi'nin, Suudi kralının hatırı için imara açılması gündeme oturdu. İmara açmazsak, Krala karşı ayıp etmiş oluruz mealinde bir şeyler söylüyordu televizyonda, Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Topbaş. Ama bu tepenin, kamunun ortak malı olduğunu, oranın şehrin nefes aldığı, hayat bulduğu ender yerlerden biri olduğunu, zaten, İstanbul'da yeşil alanların mezarlıklar ve askeri bölgelerin dışında hemen hemen tükendiğini, burası da beton olduktan sonra İstanbul'un cazibesinin kalmayacağını, cazibesi kalmamış bir bölgede turizmin olamayacağını, unutuyordu sayın Başkan. Şu gerçeği unutmayalım; doğal güzelliklerimizi yok ederek değil, aksine çoğaltarak turizm gelirlerimizi artırabiliriz. Ayrıca, sağlıklı, oksijeni bol, temiz bir havayı solumanın bedeli, hiç bir şeyle ölçülemez.
Prof. Dr. Faruk MENDİ
Paylaş