BABA İsmet İnönü, Türkiye’ye demokrasi getirdi. Köy Enstitüleri, Halkevleri ile aydınlanmanın önü açıldı. Bu büyük bir projeydi. Çağdaş bir ülke yolunda ilk adımlarını atıyordu Türkiye.
1950’de ’demokrasi’ geldi. Bunun bedeli de ağır oldu. DP iktidarı ilk önce Arapça ezana döndü.
Aydınlatmacı bütün kurumlar kapandı. Cemaatler, tarikatlar, ağalar, şeyhler şıhlar ortaya çıktı; partizanlıkla ’vatan cepheleri’ oluşturuldu. İslam ülkelerine oranla rekor sayıda cami inşa edilmeye başlandı.
Ne yazık ki, herşey ’demokrasi’, halk çoğunluğu adına yapıldı.
Çağdaş projeler terkedilince, ortaya ’radikal cahiller’ çıktı; yoksul ve eğitimsiz insanların inançları üzerinden din sömürüsü yapıldı.
Bu kitleler önce DP’de saf tuttular; sonra diğer partilere dağıldılar.
Demokrasinin en önemli koşulu olan eğitim ve refah değil miydi? Ama ihmal edildi.
Kültür ve sanat ’şeytan’laştırıldı.
Türkiye’nin dengesi bozulmaya başlandı.
Oğul Erdal İnönü, 1991’de SHP lideri olarak Demirel’in DYP’sinin koalisyon ortağı oldu.
Radikal bir kararla Kürt temsilcilerini kendi partisinden Meclis’e taşıdı.
Kürt realitesi kabul edildi; ayrışmanın önlenmesi amaçlandı. "Siyasetinizi Meclis’te yapabirsiniz" dendi.
Ancak Avrupa’nın, Amerika’nın desteğinde, Türkiye’nin büyük kentlerinde ve dağda görünen-görünmeyen ’Kürt diasporası’ bu yapı değişikliği girişimini kavrayamadı. Kırmızı-yeşil-sarı kurdelalarla Kürtçe yeminler edildi.
Büyük hayal kırıklığına uğrayan İnönü "Hani bana söz vermiştiniz" diye tepki gösterdi.
Sonra bu üyeler bir şekilde Meclis’ten çıkarıldılar. Kulakları İmralı’da olduğundan çok şey kaybettiler. Kürt halkını düşünmediler; aksine onların daha çok terör batağına sürüklenmesine neden oldular. Bölücü Kürt siyasetine dayalı olarak nemalananlar, ’sınıfsız ve imtiyazsız kaynaşma hedefi’nden giderek uzaklaştılar. Bir yerde de ekonomik çıkarcılığa dayalı ’kayıtdışı sektör’le PKK’ya kaynak sağladılar.
Herşeye ’balta’ oldular; barışa karşı kutuplaşmayı körüklediler.
Bölücü kesim, İnönü’nün bu iyi niyetine karşın bu fırsatı kaçır; hem Türkiye’ye, hem de Kürtlere yazık edildi.
I. İnönü’nün ’demokrasiye geçiş’, II.İnönü’nün ’Kürk realitesi’ ile ilgili projesine karşı
sahte ’demokratlar’ın ve ’cumhuriyetçiler’in 57 yıldır hep engellemelerle karşılaştı.
Bugün gelinen manzara ortada; dinci sömürü alabildiğine sürüyor. Türban en büyük sorun olarak ortada duruyor.
Atatürk ’uzaylı’mıydı ki bu ’ulus devleti’ kurmuştu.
Aydınlanmadan uzaklaştıkça bir torba yiyecekle gerçek ’demokrasi’ olabilir mi; bütün kurallarıyla işleyebilir mi?
İnönü’yü pazar günü uğurlarken bunları düşünmemek olanaksız.
’Yol’ ve ’yok’ arkadaşları
İNÖNÜ’nün bir ’yol’ ve bir de ’yok’ arkadaşları vardı. ’Yol’ arkadaşları bizdik. ’Yok’ arkadaşları ise arkasından konuşanlar, onu küçümseyen, yani hizipçilerdir. Böyle büyük insanları ’ölünce’ fark ederler. Arkadan yalancılıktan ağlayan; ’ölüsever’lerdir. Bu isimleri merak ediyorsanız CHP ve SHP içinde bulabilirsiniz. Fırat AYKUT
’Aramızda kalsın’
İNÖNÜ, SODEP’i kurarken sık sık Ankara’ya gidiyordu. Ben de Hürriyet’in havalimanı muhabiriyim. Kendi kullandığı Wolsvagen’ini açıkhava otoparkına bırakıp uçağa giderken uzun bir yol katediyordu. Bir gün sabah kendisini uğurladım "bir açıklamanız olacak mı?" dedim. Bir şey söylemedi. Akşam döndüğünde yine karşıladım. Otoparka beraber giderken tam bir kaset film harcadım resmini çekmek için. Sıkıldı "İşin bitti mi?" dedi, "Bitti" dedim. Biz hala yürürken "Sabah da yanımdaydın.Ben hangi istikametten gelmiştim.Çünkü arabamı bulamıyorum" deyince ikimiz de kahkahayı patlattık. Yeri gösterdim, arabasına binip giderken güldü ve "Bu olay aramızda kalsın" dedi. "İnönü, Yeşilköy’de arabasını bulamadı" diye yazmadım tabii... Bu güzel adamla aramızdaki bu kadarcık bir sırrı bugüne kadar tuttum; ilk defa anısına açıklıyorum. Faik KAPTAN
A.A. Erzurum Bölge Müdürlüğü’de görev yaptığım yıllarda İnönü bir gün Van’dan Horosan’a gelecekti. Hava çok soğuktu. Geç saatte geldi; kahvede kendisini bekleyen CHP’liler "Bittik, tükendik.Bu hükümet bizi mahfetti" diye haykırmaya başladılar. İnönü dinledi dinledi, gayet sakin bir şekilde "Sizinle aynı fikirdeyim. Oyunuzu bize verin hallederız" deyiverdi. Herkes şaşırdı; onların beklediği İnönü’nün elini masaya vurup kendilerini daha da coşturmasıydı. Bunu yapmamakta farklı bir siyasetçi olduğunu göstermişti. Ali KILIÇ
Kitaplar
Özcan Yüksek ’Sessizce Dön-Mevlana’nın İzinde’ (Doğan Kitap), İlhan Taşçı ’Bir AKP Belge’seli: Maskesiz Soygun’/ ’Telekulağın Duydukları-Kulak Misafiri’ (Siyah Beyaz), Mehmet Yaşin ’Lezzet Durakları (Ekin), Raşit Kısacık ’Kuzey Irak’a Son Operasyon’ (Truva Yayınları), Tuncay Mollaveisoğlu ’Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda’ (Cumhuriyet Kitap), Merdan Yanardağ ’Bir ABD Projesi Olarak AKP’ (Siyah Beyaz), Tülay Acar ’Çocuğuma Dokunma’ (Birharf), Recep Re ’Re-mokrat’ (TE Yayınları), Veysel Batmaz-Cahit Batmaz ’Atlantis’in Dili Türkçe’ (Salyangoz), Sacit Kayasu ’Günaydın Savcı Bey’ (Chivi Yazıları), Tamer Korkmaz ’Ankara Washington Hattı’ (Timaş), Önder Şuşuoğlu ’Türkler Geliyor’ (Kum Saati), Dr. Sabri Demirdöğen ’Törelere Boyun Eğmedim’ (Arkaplan), Tayfun Er ’Erguvaniler-Türkiye’de İktidar Doğanlar’ (Duvar), Ömer Asan ’Kuzey Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon’ (Heyamola), Yalçın Pekşen ’Ferrari’sini Satan Hergele’ (Say Yayınları), Zeki Sarıhan ’Kurtuluş Savaşı Kadınları’ (Çankaya Belediyesi), Emine Algan ’Erol Günaydın-İki Kalas bir Heves’ (Türkiye İş Bankası), Necati Zincirkıran ’Olaylar, Anılar ve Gerçekler’ (Epsilon), İlhan Arsel ’Kuran’daki Tanrı- Muhammed’in Tanrı Anlayışı’ (Kaynak Yayınları)