Paylaş
Aynı haber bülteni verilirken altyazı olarak da “Türkiye–Suriye sınırında bomba patladı. Türkiye’nin öfkesi büyük...” diye bir altyazı geçiyordu. Aktris için haber bülteninde dakikalarca süren tartışma, sınırımızdaki olay için saniyeler ile sınırlı idi. Teşbihte (benzetmede) hata olmaz derler. Ermeni soykırımı iddiaları her yıl nisan ayında Batı toplumunda önemli bir yer kaplayıp gündem oluştururken, binlercesi yollarda, barındıkları mekânlarda ve gittikleri yerlerde hayatını kaybetmiş Kafkas göçmenleri hiç gündemde olmaz ve hatta hatırlanmaz bile.
21 Mayıs 1864... Çerkezlerin, Ruslarla özgürlüklerini ve yaşadıkları vatanlarını savunmak için canlarını verdikleri 300 yıla yakın süren savaşlarını kaybettikleri gündür... Bugün aynı zamanda Çerkezlerin anavatanları Kuzey Kafkasya’dan Osmanlı toprakları ve diğer başka ülkelere kitleler halinde sürülme tarihidir. Çerkez ve diğer Kafkas halklarının 1864 yıllarında ve ondan sonraki yıllarda anayurtlarından sökülüp atılmaları insanlık tarihinin en büyük katliamlarından birisidir. Haksızlığa, katliamlara uğrayan halkları konu edinen ödüllü tarihçilerimiz ve yazarlarımız Kafkas halklarının ıstırabını nedense duymamış gibi hareket ederler. Ülkemizde de bu trajedi yeteri kadar bilinmemektedir. Çocukluğu Kafkas göçmeni nenesi tarafından anlatılan göç trajedilerini konu eden olayları dinlemekle geçiren bir kişi olarak bu durum ben ve benim gibi Kafkas kökenli birçok kişiyi üzmektedir. Sürüldükleri sahillerde, denizde, yolculukları sırasında indirildikleri topraklarda binlercesi açlıktan, bakımsızlıktan ve uğradıkları katliamlarda ölmüşlerdir.
Yalnız 1864 bahar ayındaki göçe zorlananların sayısı 400 bindir... İlerleyen yıllarda milyonlara varan sayıda sürülen bu insanların pek çoğu hayatta kalamamıştır. Sadece Karadeniz sahilinde, Trabzon’da 1864 yılında göç eden 55 bin kişi birkaç ay içinde ölmüştür. Osmanlı’ya göç etmek için bindikleri derme çatma teknelerin kaçının Karadeniz’de battığı bilinmiyor. Yalnız Balkanlar’a sürülen Çerkez ailesinin sayısı 70 bindir. 1862–1870 yılları arasında sürülenlerin sayısı 2 milyondur. Meşhur Rus yazarı Lev Tolstoy’un Kafkas trajedisi için yazdığı (Kendisi o zamanlar Çarlık ordusunda bizzat bu olaylar içinde) sahneler o kadar korkunçtur ki, “Köylere gece karanlığında dalıvermek âdet haline gelmişti. Rus askerlerinin ikişer-üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya devam edemezdi”. Sevgili okurlar, eğer çevrenizde yaşlı Çerkezler varsa sorun onlara: Neden Karadeniz balıklarını yemezler ve neden çayı sütlü içerler? Dr. Cengiz KUDAY
GÜNÜN SÖZÜ
“Adaleti çiğneyen, devlet adamlarını cezalandırmayan milletler çökmek zorundadır.”
(Hazreti Muhammed)
Aziz Yıldırım’a Zürih’ten mektup
ZÜRİH’te ‘Balkanlar’dan Göçün 100. Yılı’ panelinden dönerken FB’li taraftarlardan gelen bir notu okurlarımızla paylaşıyoruz: “Sayın Aziz Yıldırım’a... İsviçre Fenerbahçe Kulübü Derneği Başkanı Şansal Çağlar, Zürih’e geldiğinizde sizi karşılar... Zürih’te GS, BJK ve TS’nin de örgütleri vardır... Bu takımlarımızın maçlarını aynı Türkiye’deki heyecan verici ortamda izleriz... En çok FB’ye üzülürüz... Şimdi önümüzdeki pazar günü Hilton’da başkanlık seçimi yapılacak. Ancak Şansal Çağlar hakkında eski defterler açılınca hoş olmayan bilgilerle karşılaşıldı... Cep telefonu satıcısı olarak bilinir Çağlar’ı biz böyle tanımıyorduk. Karşısına bu kez makine mühendisi Şenol Ekinci çıktı. Milletin kafası karıştı. Sayın Yıldırım, Çağlar’ın kulağını çekin, FB adına çıkarttığı ‘gazoz’un hesaplarını isteyin... Biz FB’yi seviyoruz. Bu size kısa bir nottur.”
3. köprü inşaatı kıyı tahribatı
3. KÖPRÜNÜN Anadolu ayağında Filburnu’nda denize dolgu yapıyorlar, köprünün parçalarını getiren gemiler yanaşabilsin diye... İnşaat bitince bu dolgu alanı kaldırılacakmış (Ben Türkiye’de denize yapılan bir dolgunun kaldırıldığını hiç görmedim ya). Ama asıl önemlisi, koy içine yukarıdan moloz ve toprak döküyorlar, kamyon ve vinçler ile... Burası dolgu sahası değil. Deniz kıyısındaki o güzelim kayalık kıyı şeridi komple toprak ve molozla kaplanmış veya kaplanmak üzere. Ya yukarıdan geçen yolu genişletmek için yapıyorlar (ki molozu tepeden aşağıya boşaltmaktan daha iyi -daha ekolojik- bir çözüm getirebilirlerdi herhalde) veya inşaattan çıkan molozu hafriyat sahasına götürmektense hemen oracıktan denize dökmek daha kolay veya ucuz diye. Bu görüntüleri yayalım derim, en azından bu kadar kolay hareket edemesinler, izlendiklerini bilsinler. (http://www.youtube.com/watch?v=lBXOCMlKYHU&feature=youtu.be) A. T.
Sanatta duyarsızlık had safhada
DEVLET Opera ve Balesi ve Devlet Tiyatroları’nın etkinliklerine son verilip, on bir kişilik sanat kurulu oluşturularak, politik açıdan uygun görülen sanat etkinliklerine sponsor olunacağı haberleri yer aldı medyada. Duyarsızlık had safhada... İnsanın yüreği burkuluyor... Devletin bu kültür kuruluşlarında onca yılın birikimi ve kadroları var. Bunlar kendi alanlarında insan yetiştiriyor, gösteriler düzenliyorlar. Devlet Opera ve Balesi günümüzde övgüye değer bir düzeydedir. Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin hiçbirinde opera ve bale yok!... Neden toplumumuzu sığ, bayağı, sanattan, estetikten nasibini almamış, okumayan, düşünmeyen dinsel dogmaların peşinde sadece öte dünyaya çalışan bağnaz insanlar güruhu haline getirmeye çalışıyoruz, anlaşılır gibi değil. Geçen yıl muhafazakâr sanat yaklaşımı ortaya atıldı ve olumsuz eleştiriler aldı. Devlet tiyatroları, opera ve baleyi kapatmak, oradaki genç sanatçıları devlet memuru yapıp oraya buraya savurmak, kıdemli memurları fazla ikramiye vererek emekli etmek toplumun kültürüne, kültür birikimine ne kazandıracaktır? Devlet Opera ve Balesi’ni ortadan kaldırınca bu alana yatırım yapacak şirketler çıkacak mıdır? Türkiye’de kültüre yatırım yapan burjuvazi var mı? Basitçe klasik müzik, opera, tiyatro ve baleye de alkollü içki muamelesi yapılıyor anlaşılan. Bir devletin geleneği, yararlı kültür kurumları vardır. Cumhuriyeti tasfiye ediyorum derken tüm kazanımları, kültür kurumlarını, önüne gelen her şeyi yok etmenin bir anlamı yoktur.
Ankaralılar yine Anıtkabir’deydi
Tıpkı 29 Ekim, 10 Kasım ve 23 Nisan’da olduğu gibi, 19 Mayıs’ta da çocuğunu ve bayrağını kapan binlerce yurttaş, Ulu Önder Atatürk’e olan bağlılığını ve sevgisini göstermek üzere bir kez daha Anıtkabir’deydi.
Ankaralılar, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı ateşini yakmasının 94. yıldönümünü, alanları doldurarak attıkları sloganlar ve taşıdıkları pankartlar ile büyük bir coşku ile kutladı.
Güneşin kavurucu sıcağına aldırış etmeden, Sıhhıye Meydanı ve Güvenpark’ta ayrı ayrı toplanan binlerce yurttaş Anıtkabir’e yürürken, Ankara’yı inleten sloganlar ile Atatürk devrimleri ve Cumhuriyetin yılmaz bekçileri olduğunu cümle aleme gösterdi. Ayrı yürüseler de amaçları ortaktı onların. Ata’sına koşarak, devrimlerinin bekçisi olduğunu yeniden haykırmaktı. Sadece Ankaralı değil, çeşitli illerden başkente gelen binlerce yurttaş da Anıtkabir’e, Ata’sına yürüdü.
Her yurttaşın elindeki bayraklar, Ankara’nın caddelerini ve Anıtkabir’in avlusunu sanki kırmızı renge boğmuş, adeta çiçek bahçesine çevirmişti. Hele aileleri ile birlikte yürüyen küçük çocukların, ellerinde bayrak taşıması, büyüklerinin attıkları sloganlara eşlik etmesi, tüyleri diken diken ederken, Cumhuriyetin sahipsiz olmadığını görmek insanı mutlu ediyor ve umutlandırıyordu. Türkiye Cumhuriyeti yazılarının kamu kurumlarından kaldırıldığı bu günlerde, Anıtkabir’e yürüyen yurttaşlarca ‘T.C’ yazılı maket taşınması bir yerlere verilen çok anlamlı bir mesajdı aslında. Binlerce yurttaş, emperyalist güçlerden vatanı temizleyerek, Türk ulusunun esir yaşayamayacağını dünyaya gösteren, yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder’in mozolesinde saygı duruşunda bulunurken, içinden cumhuriyete bir kez daha bağlılık yemini ediyordu. Ankaralı, Ulu Önderi’ne sahip çıkmanın mutluluğu ile başka bir ulusal bayramda Anıtkabir’de buluşmak üzere, yorgun ama mutlu olarak evinin yoluna koyuluyordu.
Şükrü KARAMAN
Gülbenkyan (5)
GÜLBENKYAN ile ilgili olarak bu müzeyi görmüş birisi olarak sustum ama bugünkü (Pazar) doktor okurun söyleminden sonra bu bilginin okuyucular tarafından bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.
Gülbenkyan ile ilgili olarak “kendisinin bu müzeyi İstanbul’da kurmaya çalıştığı” iddiası Gülbenkyan Müzesi ve Vakfına ait resmi internet sitelerinde hiçbir şekilde bahsedilmemektedir. Milli şef iken İnönü’nün bu eserleri redettiği bilgisini veren bazı internet sitelerinde, eserlerin İstanbul’da iken bu teklifin yapıldığı belirtilmektedir ki vakfın internet sitesi ise Gülbenkyan’ın 1927 de Paris’e taşındığını ve eserlerini de Paris’te biriktirdiğini, sonra güvenlik ve yüksek vergi gerekçeleri ile Londra ve Washington’daki müzelere gönderdiği yazılmaktadır (http://gulbenkian.org.uk ve http://www.museu.gulbenkian.pt). Ayrıca kendisinin sahip olduğu İngiltere’nin söz sahibi olduğu şirketteki % 5’lik petrol geliri nedeniyle kendisince Londra’nın daha ön planda olduğu da belirtilmektedir. Bu tarihler, iddia edildiği gibi İnönü’nün milli şefliği dönemi de değildir. Zaten Gülbenkyan Vakfının sitesinde hayatı ile ilgili kronolojisinde de İstanbul’da müze açma planının olduğu da yazmamaktadır. “Tarihi tek taraflı okuma veya yanlı bakma” suçlamasını yapmadan önce, sadece tek bir fikrin açıklamalarından çok, kaynağından incelemenin daha sağlıklı bilgi vereceği aşikardır.
Dr. Okan ÖZTÜRK
Paylaş