Paylaş
Aynı yazar, ‘Silahlara Veda’ romanında da 1. Dünya Savaşı’nın acılarını bir aşk hikâyesi içerisinde dünya okurlarına aktarıyor. Rusya-Fransa savaşını anlatan Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ kitabını da unutmamak gerekiyor. Benzer birçok meydan zaferlerini anlatan unutulmaz eserler vardır.
Anzaklar, büyük zaferi dünya tarihinin son romantik savaşı olarak görüyor.
Araştırıldığı zaman muazzam öyküleri olan bir savaş Çanakkale...
‘Aynalı Çarşı’ türküsü zaferin nasıl damıtılmış bir zafer olduğunu dramatik bir şekilde gözler önüne seriyor.
Batı’da da zaferler türkülere, şarkılara, büyük senfonilere konu olur.
Ancak edebiyatta savaş zaferleri daha saygın bir yer buluyor.
Çanakkale Zaferi belki de onlarca başyapıt çıkabilecek derinlikte bir destan...
İnsanın aklına niye böyle bir başyapıtın yazılmadığı gelmiyor.
Biz sadece sinema ile yetiniyoruz; peynir-ekmek gibi Çanakkale Zaferi anlatılıyor.
Çanakkale’yi dini duyguları kullanarak kazanılan bir zafer olarak ortaya koymak yerine, Hemingway, Tolstoy gibi duygulara dokunarak nesillere aktarmak gerekir.
Atatürk’ü anlayamayanlara kızmak değil acımak gerek
DİYANET, Atatürk’ün adını dört yıldır hutbelerde anmıyormuş. Ansa ne olur, anmasa ne olur, zira Atatürk’ü her yerde takdir eden ve kendisine hayranlık duyan bir dünyada Diyanet’i anan kim?
Bundan on yıl önce, dünyanın en meşhur uçak mühendislerinden olan Caltech profesörü Alman vatandaşı Hans Hornung’u ve eşini Çanakkale’ye götürmüştüm. Park girişindeki sözde bilgi camekânında Atatürk’ün resmi yoktu. (Diğer komutanlarla birlikte bir karede vardı da adı anılmıyordu; bu parkın AKP’li Orman Bakanlığı’nca yönetildiğini hatırlayalım.) Bu hem Prof. Hornung’u hem de eşini çok kızdırdı (bakın şaşırttı demiyorum, kızdırdı diyorum). Kızmasının sebebi tarihi bir gerçeğin ilkel ve aptalca nedenlerle saklanmaya çalışılmasıydı. Ben kendisine, kızmamasını söyleyerek şu atasözümüzü hatırlattım: Kişinin takdiri iktidarıncadır. Yani anlayışı aklının gücü kadardır. Atatürk’ü anlayamayanlara kızmak değil, acımak gerekir. Celal ŞENGÖR
57. Alay’ı izle ve ağla...
İSTANBUL Devlet Tiyatrosu’nun Çanakkale Savaşı’nın 100 yılı münasebetiyle sahnelediği ‘57. Alay’ oyunu, Haldun Çubukçu’nun yazdığı, Fikret Urucu’nun yönettiği harika bir müzikal... Bu kahramanlık destanını müzikal olarak düşünmek, yazmak ve sahnelemek çok yaratıcı bir bakış açısı olmuş. Sadece epik bir hikâye anlatmanın güvencesine sığınmadan, müzikalin bilindik eğlencesine kapılmadan; içten, doğal, yaşamın içinden karakterlerin; savaşta da olsa eğlencesiyle, hüznüyle, azmiyle bir kahramanlık destanı sunuyor bize.
Konu itibariyle ve 100. yıl hassasiyetiyle zaten hikâye çok etkileyici.
Bizi alıp geçmişe götüren, o günlerde savaşın zorluğunu, lahana ve hoşafla beslenmek zorunda kalan, ellerinde vatan sevgisi ve azimlerinden başka hiçbir şeyi olmayan şehitlerimizin savaşa hazırlanmasını, cansiperane bir şekilde, Anzaklarla savaşını ve şehit oluşlarını izliyoruz. Bir savaşı tiyatroda anlatma düşüncesi bile çok zorlu görünür. Ancak; bu hüzünlü kahramanlık hikâyesini müzikal olarak seyretmek içimizi daha da coşturuyor.
Murat Kalfagil’in ritmik askeri düzeni sahnede yaşatan koreografisi çok sanatsal ve oyuna hizmet eden görsellikte... Müzikler bazen içimizi acıtıyor, bazen neşelendiriyor ama çoğu zaman askerliğin disiplinini yansıtıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün yarbaylık yıllarına sahnede hayat veren İstemihan Tuna ise bize Atatürk’ün asker yönünü, kahramanı oynama telaşına düşmeden, hüznüyle, doğallıkla yansıtıyor. Bu şeklide ele alınınca Mustafa Kemal kendiliğinden kahramanlaşıyor. Bu ince ayrıntı kahramanı oynayan pek çok aktör tarafından göz ardı edilir. Ancak Tuna, bir insanı oynadığının bilincinde, kahraman bir önderi oynamaktansa, bir insanı sahnede var ederek süreç içinde onu kahramanlaştırıyor.
57. Alay müzikal olmasına rağmen çok içten...
İstanbul Devlet Tiyatrosu, bu büyük zaferin 100. yıldönümü dolayısıyla bu isimsiz kahramanlara olan minnet borcunu, saygılarını sunmak üzere 57. Alay adlı oyunu sahneye koyuyor.
Bu hoca AKP aday adayı
21 Haziran 1921 Adapazarı’nın düşman işgalinden kurtuluşunun 90. yıldönümüdür. Birkaç gündür Sakarya’da “Adapazarı’nın işgal edilip edilmediği” tartışılıyor. Tartışmayı başlatan Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ebubekir Sofuoğlu bakın ne diyor: “Sakarya işgal edilmemiştir. Bundan dolayı kurtuluşu kutlamak anlamsızdır.”
Yaklaşık dört yıl önce yazmışız bunları. Bugün de öyle değil mi?
Bakıyorsunuz; bazı kafalar sabah kalktıklarında bir gün Atatürk’e, bir gün Türkiye’ye küfür ediyorlar. Sorumlu bir ‘bilimadamı’ kendi değerlerini bu kadar hiçe sayar mı?
Yoksa Cumhuriyet tarihinden haberleri mi yok?
Neyse ki, aklıselim sahibi öğretim üyeleri var. Aynı üniversitenin Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Haluk Selvi gereken yanıtı vermiş kendisine. Adapazarı’nın Yunan işgaline uğradığını ve esaret günlerini içeren acı günlere ilişkin bilgileri kamuoyu ile paylaşmış... Ebubekir Sofuoğlu kendisini hangi ülkenin öğretim üyesi sayıyor acaba?
İşte bu kişi, şimdi AKP’nin milletvekili aday adayı...
Zeki Tekinel’in oğlu aday
NEVŞEHİR’de 17 Haziran 1980’de, silahlı saldırıda öldürülen CHP Nevşehir İl Başkanı Av. M. Zeki Tekiner’in oğlu Bülent Tekiner, CHP’den Nevşehir’den aday adaylığını duyurdu. İktisat mezunu ve bir bilgisayar yazılım firması olan Tekiner, “Siyaset benim için umut işidir, yürek ve inanç işidir” dedi.
Paylaş