Paylaş
Yaklaşan yerel seçimler ve özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için her ay nerede ise, 10 kamuoyu anketi-yoklaması yapılıyor ve partiler ve kuruluşlar birbirlerinin sonuçlarını bir şekilde öğreniyorlar.
Tüm anketler gösteriyor ki, CHP İstanbul’da en yüksek oyu Mustafa Sarıgül ile alabilecektir seçimi kazanma olasılığı en yüksek CHP adayı ise, tartışmasız Sarıgül’dür.
İSTANBUL'U ALABİLİR
Anketlere göre, AKP halen İstanbul’da CHP’nin önünde; anketleri değerlendiren AKP karşıtları “salt CHP’li seçmenlerin oyu İstanbul’u AKP’den almaya yetmiyor; CHP diğer sosyolojik gruplardan, seçmenlerden de yeni, artı oylar alır ise, bu oyları alabilecek bir kişi CHP’den aday gösterilir ise, İstanbul’un AKP’den alınabileceğini ve Erdoğan’a ‘dur’ denilebileceğini” ifade ediyor ve “tüm anketlerin bunu, CHP adayı olması halinde Sarıgül’ün başarabileceğini” gösterdiğine vurgu yapıyorlar; yandaş olmayan düşünür ve yazarların da Sarıgül’ü işaret ettiğini söylüyorlar.
KILIÇDAROĞLU SAMİMİ
Görülüyor ki, bütün bunları gören, CHP’yi başarılı kılma sorumluluğu taşıyan ve durumu gerçekçi olarak değerlendiren Kılıçdaroğlu, AKP’den memnun olmayan her kesimden seçmenleri ve tüm Sosyal Demokratları “Bölünme lüksümüz yok” diyerek CHP’ye oy vermeye, destek olmaya çağırıyor ve Sarıgül ile arkadaşlarına CHP’ye dönmeleri için ‘açık daveti’te bulunuyor.
Kılıçdaroğlu bu davette samimidir ama, öyle anlaşılıyor ki, Sarıgül’ün CHP’ye üyeliği ve adaylığı konusunda izlenecek yol, hukuki prosedür konusunda partide farklı görüşler var. “Parti’nin İstanbul Belediye Başkan adayı olmak isteyen kimi MYK üyeleri Kılıçdaroğlu’nu yanlış bilgilendiriyor” iddiasında bulunanlar, eğer Kılıçdaroğlu ister ve yetkilerini kullanır ise, Sarıgül’ün CHP üyeliği ve İstanbul adaylığı olayı, ‘af dilekçesi verme-vermeme Parti Meclisi’nin gizli oyu-kararı ve Sarıgül’ün af edilesi’ gibi polemik konusu olmaktan çıkarılıp olay, Sarıgül ile beraber diğer ihraç edilen ve CHP’den ayrılmak zorunda kalan binlerce kişinin, yeni katılacakların ‘CHP’de Büyük Buluşma’sı haline dönüştürülebilir ve “İstanbul AKP’den Kurtarılır” görüşünü dillendiriyorlar.
HUKUKİ FORMÜL VAR
Demokrasi’de ve Hukuk’ta çare tükenmez...
CHP Tüzüğünün 38 ve 75 maddelerine göre, Disiplin Cezalarının kaldırılmasını yetkili organ PM’ye teklif etmeye iki organ Genel Başkan ve MYK yetkilidir. Tüzük 75. maddeye göre özetle; “kişinin bağışlanma isteğini değerlendirip PM’ne teklif etme görevi MYK’nındır...”
Tüzük 38. maddeye göre ise özetle; “PM Genel Başkan’ın önerisi üzerine disiplin cezalarının bağışlanmasını karara bağlar.”
CHP tüzüğü 12; 36; 38; 39; 54 ve 55. maddeleri benzer konularda hatta MYK’yı atama gibi çok daha önemli konularda Genel Başkan’a öneride bulunma, tek başına karar verme, Kurultayı toplama gibi yetkileri vermiştir.
Kılıçdaroğlu, Sarıgül’ün CHP’ye dönüşünü ve adaylığını PM’ye teklif etmeyi kendi teklifi, talebi olarak PM’ye getirmeli, iç çekişmelere neden olmayacak ve kimseyi yıpratmayacak bir şekilde karar alınmasını sağlamalıdır.
Milletvekili Özkes: Ağaç düşmanlarında hiç Allah korkusu kalmamış
Yeşili tarumar edenin Fatih başını alırdı!
BİR okur, 3. köprü güzergâhında, Gezi Parkı’nda, AOÇ’de, ODTÜ’de ve HES’ler başta olmak üzere ‘doğa katliamları’ olduğunu belirterek, bunun ‘cezası’nın ne olduğunu sordu: Biz de CHP Milletvekili İhsan Özkes’e sorduk. Özkes’in yanıtı şöyle oldu: “Dini imanı, Allah’ı, Peygamber’i, kitabı diline dolayıp kötü ve kirli siyaset yapanlara hatırlatmak isterim ki: Kuran-ı Kerim’de cennet anlatılırken bağlar, bahçeler, ağaçlar, bitkiler, yeşillikler, akarsular anlatılır. Yeşillik, cennetin olmazsa olmazıdır. Cehennemde ise yeşilliğin adı yoktur. Kaldı ki Kuran’da ‘cennet’ kelimesi, dünyadaki bağ-bahçe, yeşillik için de kullanılmaktadır. Bu nedenle rahatlıkla diyebiliriz ki, yeşillik olmayan yerler cehennem gibidir, yeşillik olan yerler ise cennettir veya cennet gibidir. Hz. Muhammed yaşadığı hem Mekke’de, hem de Medine’de yaklaşık 30 km’lik bir alanı “Bu sahanın ağacı kesilemez, hayvanları avlanamaz, otları yolunamaz, ağaçlarının yaprağı koparılamaz” diyerek koruluk (haram/yasak) bölge ilan etmiştir. Bu nedenle Mekke ve Medine’ye ‘iki haram’ anlamında ‘Haremeyn’ denilir.
Mekke ve Medine’yi ‘Milli Park Alanı/Sit Alanı’ ilan eden Sevgili Peygamberimiz “Kıyamet kopmaya başladığında, birinin elinde bir ağaç fidanı bulunsa, kıyamet kopmadan onu dikmeye gücü yeterse, hemen diksin” buyurmuştur.
Ülkemizde bu kadar ağacı katledip yeşilliği tahrip edenlerde hiç Allah korkusu, Peygamber sevgisi yok mudur?
Sultan Fatih yaşasaydı bu ağaç düşmanlarının, rant
dostlarının başını keserdi.”
Demek ki hepsi cehennemlik!...
Muhalefet Salıcı’yı hedef aldı
‘Gürsel Tekin ‘abi’ olamaz’
CHP’de, ‘kapora ve abi’ tartışması ‘abiler ve ablanın’ açıklaması ile sürmüştü. Bu açıklamada Adnan Keskin, Gökhan Günaydın, Umut Oran ve Bilhun Tamaylıgil bize özel bir açıklama yaparak, toplantının alıntı yaptığımız gercekgundem.com tarafından ‘ekleme ve çıkarma’ yapıldığını savunmuştu.
İsim vermeden ‘bazı çevrelere’ de sütunlarımızdan ‘dikkatli ol’ uyarısı yapılmıştı.
CHP’de yaşanan en büyük sorun ‘karanlıkta göz kırpmak’ ve medya üzerinden siyaset devşirmek. Açıklamasını aynen yayınladığımız Yerel Seçim Komisyonu üyeleri ‘dikkatli ol’ diye aba altından sopa gösterdikleri insanları açıkça deşifre edemiyor. Üstelik açıklamada iddiaya muhatap olan İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı ile yüz yüze iki gün toplantı yaptıkları halde tek kelime etmemeleri garip değil mi? En azından Salıcı’ya sordukları soruyu ve cevabı da bu açıklamaya koyabilirlerdi.
Üst düzey bir yönetici, duruma muhalefet gözüyle bakarak, Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının yapamadıklarının daha da irdelenmesi gerektiğini söylüyor ve şöyle diyor:
"İddia kuvvetli, iddia sahipleri de. Birinci tespitimiz, ‘abi’ yok, ‘abiler’ suçlaması var. Bu da bu komisyonla ilgisi olmayan Gürsel Tekin’in haksızlığa uğradığını gösteriyor. Tekin’in aday tespitinde, siyasetinde bir çok hatası oldu. Ama bu tür suçlamaya muhatap olması haksızlık."
Barış Yarkadaş’ın çevresine "Ben de kartlarımı açıyorum. Benim Tekin’le çıkara dayalı hiçbir işim olamaz. Ben gazetecilik yapıyorum" derken, Salıcı’nın toplantısına katılan bir isim de, Gürsel Tekin’in Kılıçdaroğlu’na bir yazı göndermeyi düşündüğünü, ancak kararsız kaldığını anlattı.
Yaklaşımı ilginç, Gürsel Tekin ya da Adnan Keskin açısından olaya bakmıyor:
"İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı aday adaylarını davet etti. Ben de (...) Belediye Başkan aday adayı sıfatıyla daveti emir sayarak gittim.
Keşke gitmez olaydım. ‘Beni her hafta görevden aldırtıyorlar; ama karşınızdayım’ diyen Salıcı, burada ifade edemeyeceğim bir tarzda, ‘kalk otur-kendini tanıt’ askeri komut tarzında malum konuşmayı yaptı. Evet iddia edilen konuşmanın tamamını yaptı.
Ben işin o tarafı ile çok ilgili değilim. Genel Merkez yöneticileri Sayın Salıcı’nın ifadesiyle ‘kaparo alan ağabeyler’ gereken cevabı bugün değilse daha sonra verecektir. Sayın Salıcı bizi başka partilerle karıştırdı. Onun dediği ve tarif ettiği insanlar CHP’de olmaz.
Bu konuşmadan sonra çok kötü oldum. Çünkü konuşma ismi belirsiz, mesnetsiz iddialarla doluydu ama Sayın Salıcı yüzümüze karşı hakaret ediyordu. Bizi rüşvetle suçluyordu. Düşkün ilan ediyordu. İstanbul’un önde gelen 60 CHP gönüldaşına yapılan haksızlıktı bu; iftiraydı.
Ruh halim kötüleşti. Kürsüye yürümek, çekip gitmek arasında dondum kaldım. Ne yapmalıydım? Size ve partime zarar vermemek için sustum. Ama aradan geçen üç günde daha kötü oldum.
Sayın Salıcı’ya mutlaka birileri cevap vermeli, haddini bildirmeli. Yoksa ben bunu yapacağım. Kamuoyunu aydınlatacağım."
Yunanistan’ın reklamı artık çok oldu
İŞ icabı senelerdir Yunanistan’da dolaşırım. Bizleri içtenlikle seven bir Yunanı henüz görmedim. Çocukları kesinlikle kırmızı–beyaz olarak giydirmezler. İş ilişkileri ve menfaati varsa Türk dostu görünürler.
Gelen bir Türk turistin Avrupalıdan çok harcayacağını bildikleri için yüze gülerler. Ama kahveden Karagöz’e kadar da kazığını atarlar. Yunan dış politikasının temel taşı ‘Türk düşmanlığı’dır.
Onların en büyük felaketi Ağustos 1922’dir. Megalo Idea’ları İstanbul ve İzmir’i geri almaktır.
Şimdi bizim görsel ve yazılı medyada bir Yunanistan muhabbeti devam ediyor. Mikonos, Santorini, Simi, Kos methinden geçilmiyor; yemekler çok güzelmiş, çok ucuzmuş, plajları çok temizmiş.
Bu reklam (ve de bedava tarafından) her gün medyada yer alıyor.
Lütfen araştırılsın Yunan televizyonlarında ve yazılı medyada Türkiye hakkında kaç güzel yazı yazılmış. Bodrum, Marmaris, Belek’in, Kemer’in adı hiç geçiyor mu?
Milli aptallığımız bu konuda da aldı başını gidiyor, her gün hem gazetelerde ve TV’de Yunanistan reklamı var.
Bizler oraya gidelim, Bodrum, Marmaris, Kemer de ne olursa olsun.
Aslında hiçbiri denildiği kadar ucuz, söylendiği kadar harika değil.
Mikonos denilen yer ahlaki rezaletin zirve yaptığı bir yer.
Ey, yazılı ve görsel basın mensupları, Lütfen daha fazla bindiğiniz dalı kesmeyin.
Yunanistan’ın bedava reklamının hiçbirimize faydası yok
Ö. DOĞANSOYSAL
Belgeler ve Noel Baba
YARIN (bugün) İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde Odatv duruşması var. Durumu kısaca özetleyeyim:
Suçlamaya göre her biri Türkiye’nin en çok satan kitaplarını yazmış insanlar birbirlerine ‘Filancaya söyle de kitap yazsın’ demiş, bunu demekle de kalmayıp, malum davaların hepsinde olduğu gibi, herhalde Türk polisine yardım olsun diye, bilgisayarda bir word dokümanına yazmış. ‘İyi de, bunun neresi suç?’ demeyin, bu yüzden insanlar yıllardır hapiste yatıyor.
Buraya kadarı saçma, ama sonrası iyice acıklı. Çünkü söz konusu word belgelerinin bulunduğu bilgisayarların tümüne aynı gece ‘birileri’nce ‘uzaktan belge koyma özelliği’ olduğu bilinen bir zararlı yazılımın gönderildiği, bu belgelerin bu bilgisayarların sahipleri tarafından yaratılmadığı ve değiştirilmediği, dahası, bilgisayara konulur konulmaz aynı saniyede silinerek meşru kullanıcıların fark edemeyeceği hale getirildikleri kanıtlanmış durumda!
TÜBİTAK’ın bunları anlatan ilk raporu geldiği anda davanın düşmesi gerekirdi elbet, ama onun yerine mahkeme bir rapor daha istedi. Mesajı alan TÜBİTAK, “Tüm bunlara rağmen yine de belgeleri belki de sanıklar yazmıştır” demeye getiren içler acısı ikinci bir rapor hazırladı.
Geçen duruşmada bu rapor, Boğaziçi Üniversitesi’nden bir hocanın yazdığı bir incelemeyle lime lime edildi. Bir bilgisayar mühendisliği profesörü olarak rahatça söyleyebilirim ki, bu belgeleri bu sanıkların yazmış olması ihtimali, Noel Baba’nın tüm evlere yılbaşında bacadan girip hediye bırakması ihtimali kadar düşük.
Dünya kamuoyunun haklı tepkisi sonucu davanın tüm gazeteci sanıkları uzun tutukluluk sürelerinden sonra bırakıldıysalar da bu tuhaf belgeleri yazdıkları iddia bile edilmeyen Prof. Dr. Yalçın Küçük’le Hanefi Avcı’nın hâlâ tutuklu olması da insana “Mesele adalet değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı?” dedirtiyor ne yazık ki...
Prof. Dr. Cem SAY
Paylaş