“KOCAM ve ben, İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun İstanbul’daki sağlık kontrollerinden geçtik ve seçildik.
Fakat birisi, onun belgesindeki ismini değiştirmiş. O zamanlar Almanya’ya gitmek için insanlar para verirdi. Onun yerine başka biri gönderildi. Ben yalnız geldim. Daha sonra kocam ve kızım da gelebildi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin yanmış yıkılmıştı. 1960’lı yıllarda dahi her yerde sadece yıkılmış ve bombalanmış evler vardı. Evlerin duvarlarından savaştan kalma mermileri çıkarmak mümkündü. Almanya’da beş yıl kalmak istiyorduk.” İstanbul’dan Eva Sarıoğlu 50 yıl önceki ‘göçü’ böyle özetliyordu. Essen kentinde, ünlü Ruhr havzasında Almanya’nın geçmişteki en önemli kömür ocağının bulunduğu UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde yer alan‘Zeche Zollverein’ adıyla bilinen Maden Ocağı Müzesi ve Kültür Merkezi burası... Almanya’nın ekonomik gücünü ortaya koyan demir ve çelik sektörünün ‘ısı’sını sağlayan kömür ocaklarının üzerindeki dev işletme binası aynen muhafaza ediliyor. 1980’lerin ortasında kapanmasına karşın demir ve kömür kokusu hâlâ hissediliyor. Emeği için gurbette 1961-73 arasında gelen 860 bin Türk işçisinin anıları tazelendikçe hüzünlenmemek elde değil. ‘Avrupalı Türklerin’ sembol sayılabilecek ilk çıkış noktası, ‘tarih’leşiyor. Türklerin ilk neslinin çoğu vefat etmiş veya yaşamlarının son dönemlerinde ‘memleket’lerini unutmayanlar da gidip geliyorlar ‘ikinci vatanlarına’... Başta çocuk ve torun sevgisi ile sağlık güvencesi... Ama süreç uzun... Almanlar bunu “Varış, memleket, hak ve hukuk, dil, din, hak ve hukuk, Almanlar ve ben, aşk ve iş, sonunda ayrılış...” olarak sıralıyorlar. Ve bir başka gerçek de akla geliyor; insanlarımızın ‘işçi şirketleri, Merkez Bankası uygulamaları, Alman maliyesinin baskısı, tarikat ve cemaatlerin oluşturduğu holdingler ve son olarak da Deniz Feneri ‘vakaları’ ile ‘soyulmaları’... Ve bunun sonunda ağır psiko-sosyal sorunlarla karşı karşıya kalmaları... Ve kendileriyle ilgilenmeyen bir Türkiye... Bu süreç “Varış, memleket, hak ve hukuk, dil, din, hak ve hukuk, Almanlar ve ben, aşk ve iş, sonunda ayrılış...” olarak sınıflandırıldığına göre, Almanlar Türk işçilerinin yaşadıkları sorunları daha iyi kavramışlar... Bu nedenle büyük etkinlikler yapıyorlar; ‘uyum’u tartışıyorlar. ‘Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı’ (TAM), ‘Türkiye ve Almanya Arasındaki İşgücü Anlaşması’nın 50. Yılı’ başlıklı önemli bir panel düzenledi. Çok nitelikli ve bilgilendiriciydi. ‘Uyum, göç ve katılım’ üzerine son yıllarda yapılan en önemli çalışmaydı. Dediğimiz gibi Almanlar Türklerin geçmişine saygı gösterdiler; biz ise bu işten ne kazandık ne kaybettik, onu bile sorgulamadık. Futbolcuların isimlerini biliyoruz da onun nasıl bir eğitimden geçerek ‘yıldız’ olduklarının derinliğine bakmıyoruz. Köln Senfoni Orkestrası Şefi, piyanist Betin Güneş’in 16 bestesi bulunduğunu, Almanların bayıldığı kabare sanatçısı Muhsin Omurca’nın artık İspanya’ya kadar uzandığını, Yasemin ve Nesrin Şamdeli kardeşlerin ‘Almanya’ filmini Almanya’da 1.3 milyon kişinin izlediğini, Esra Dalfidan grubunun gençlerin yeni sevgilisi olduğunu biliyor muyuz?
‘Dönenler için içim burkuluyor’
TAM’ın toplantısında en ilginç konuşmayı NRW Eyaleti Çalışma ve Uyum Bakanı Guntram Schneider yaptı. Tam bir özelleştiri yapıyordu sanki: “Almanya’nın göç ülkesi olduğunu kabullenmeliyiz. Başbakan ‘multi-külti’ öldü, dedi. Gelip Gelsenkirchen’de dolaşsın. Çokkültürlülük orada yaşıyor. Çok iyi eğitim görmüş göçmen gençlerin (özellikle Türklerin) burayı terk etmek istediklerini işitince yüreğim burkuluyor. Biz geçmişimizden de ders çakırıp bu insanları burada tutmalıyız. Türkiye’nin yeri de AB’dir.” Bakanın, ‘göçmen işçi’ kavramına da karşı çıkarak “Ülkelerde konuklar çalıştırılmaz” deyince, izleyici Türk ve Almanlardan büyük büyük alkış alması ilginçti. Bir başka özeleştiri yapan, eski Federal Parlamento Başkanı Rita Süssmuth idi. “Göçmenlerin sorunlarını çok geç konuşmaya başladık. Türk bayrağındaki yıldızın Meryem Ana’ya ithaf edildiğini kaç kişi biliyor. İki yıl sonraki yeni hükümette bir Türk bakanın olacağına kesin gözüyle bakılmalıdır.” Bu konuşmaların izlerini, yarın Berlin’deki eyalet seçimlerinin sonuçlarında göreceğiz...
Ne Türk’üm, ne Alman önce insanım, insan
Ayça Tolun (WDR redaktörü): Göçmenlerle ilgili tartışmalar hep ekonomik krizler döneminde yapılıyor. Yeni bir ‘hoş geldiniz’ kültürüne ihtiyaç var. Siyasetçiler uyum konusunda yeni bir tutum sergilemeliler. Canan Topçu (Frankfurter Rundschau): Çok renklilik kısıtlama haline getirilmemeli. Uluslararası yaşamın koşulu artık çokdilliliktir. Jurgen Zurheide (Gazeteci): Uyum için eğitim çok önemli bir faktördür. Ancak göçmen çocuklardan çoğu diploma alamadan okullarından ayrılıyorsa; bu Alman eğitim sisteminin iflasıdır. Nazan Eckes (Televizyoncu): Toplumlar harmanlanırken, benim Türk veya Alman olmamın hiçbir önemi yok, ben önce insanım. Ümmühan Duran (Türk Alman Akademisyenler Platformu Başkanı): Göçmen kökenli eğitimli gençlerin önüne taş konsa da onlar istedikleri başarıyı Almanya’da yakalayabilirler. Türkiye’ye gitmeyi düşünen gençlerin zannettikleri kadar Türk olmadıklarını düşünüyorum. Bülent Uzuner (İşadamı): Almanya’nın özellikle bilişim alanında kalifiye elemana ihtiyaç var. Şimdi ne diyeceğiz? “Alman Türkleri mi, Türk Almanları mı?“ Bunu kavrayabilmek için, göçmenlerin eğitimi ile ilgili araştırmaları bulunan Essen’deki TAM Vakfı’nın bilimsel araştırmalardan sorumlu direktörü Prof. Dr. Hacı Halil Uslucan’ın, içerikli araştırmalarını bakmak gerekiyor. Evet ‘uyum’ eğitimden geçiyor. ‘Ama’sını altta okuyalım:
Eğitimde çöküntü
27 OECD ülkesini içeren 2001 raporunda Almanya ancak 23. sırada yer almış... Hürriyet’in Berlin temsilcisi Ahmet Külahçı ‘Bu mu eğitim cumhuriyeti?’ başlıklı yazısında dün soruyordu: “Almanya dünyanın en zengin ülkelerinden biridir” (81.7 milyon nüfusuyla kişi başına düşen GSMH 40 bin 825 lira) diyor. Almanya’da sosyal konumları zayıf olanların çocuklarının sadece % 23’ü eğitimde başarı kaybederken bu oran Çin’de % 70’lere ulaşıyor. Eğitim yatırımı gerektiriyor. Eğitime yatırım da para demektir.” Tehlikeyi görüyor musunuz?