Kahvenin dayanılmaz çekiciliği

Geçen haftaki yazımda latte ısmarlayan bir kadınla ilişkimin başlamadan biteceğini yazdım. Hayat çelişkilerden ibaret. Eşim Linda, iflah olmaz bir cappuccino müptelası. Ben Afrika çekirdeği olunca espresso’cu, aksi takdirde cortado veya macchiato’cuyum. Hanım hep cappuccino! “Ya Türk kahvesi, o yoksa illa da sütlü kahve” diyor!

Haberin Devamı

“Gençlik yıllarımızda yaşamımızın müziksel senfonisi daha tamamlanmamış ve sadece başlangıç notaları yazılmışken âşıklar karşılıklı güdüleriyle birbirini etkiler ve müziksel kompozisyonu birlikte kaleme alabilirler. İlerleyen yaşlarda bir araya gelen çiftlerinse senfonileri ayrı ayrı ve büyük ölçüde tamamlanmıştır. Böyle olunca da her nesne, her dürtü, her kelime onlar için farklı anlamlar ifade eder."
Kahvenin dayanılmaz çekiciliği
Milan Kundera'nın, ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ romanını okuyorum.
20 sene sonra ikinci kez. Çünkü Ceylan Handan’ın lise 3, İngilizce dersindeki zorunlu okuma listesinde. Yukarıdaki alıntı da Kundera’dan. İyi ki de okuyorum çünkü ilk seferde gözüme çarpmamış bazı bölümler olgun yaşımda daha anlam kazanıyor.
Kitabı okuduğum mekân, Paris’teki Terres de Café. Önümde olağanüstü bir espresso. Çekirdeği Panama Geisha. Joaquim adlı barista, kahveyi nasıl bulduğumu soruyor. “Kahvenin Romanee Conti'si", diyorum. Gülümsüyor. Çok pahalı bir kahveymiş. Yılbaşı için kavurmuşlar. Ellerinde kalmış ve sadece iki gün olması gereken fiyatın üçte birine sunuyorlarmış.

Eşim aynı çekirdekten cappuccino içiyor. Joaquim konuşmaya hevesli. Aşkımı kendime özgü mizahla ifade etmenin tam zamanı. “Harika bir tropikal meyvemsiliği, asiditesi ve ipek gibi dokusu var espresso’nun. Sütteki laktik asit tamamen uyumsuz bu düzey kahveyle. Sütteki dilimizi kaplayan yağlılık kahvenin zarafetini öldürüyor. Öldürdü bizim hanım güzelim kahveyi. Muz var mı muz? Bu kıza muzlu süt içirelim daha iyi!”
Yeni tanıştığım birine bunları söylesem en iyi ihtimalle kahveyi yüzüme fırlatır. Ama biz senfonimizi birlikte yazdık. Öyle bir noktaya geldik ki o varken masada başkası olsun istemiyorum. Çünkü hep aynı yemekleri canımız çekiyor. Aynı tabaktan paylaşıyoruz. Şarap zevkimiz de aynı. Ama senfoni yazılırken ondan hem yaşça hem deneyim olarak önde olduğum için gastronomi konusunda kompozisyonu bana teslim etmişti. Ama önemli olan genel denge. Farklı konularda orkestra şefi o. Karakter olarak akıllı bir kadın tarafından güdülmeyi seviyorum. Buna karşılık takılma hakkım baki ve bu takılmalar birlikteliğin rutinleşip sıkıcı hale gelmesini önlüyor.
Kahvenin dayanılmaz çekiciliği
Eşim Linda varken masada başkası olsun istemiyorum. Biz senfonimizi birlikte yazdık.
Kahve olayı Kundera romanındaki Sabina’nın şapkası gibi gastronomi dışında sembolik notalar içeriyor. Uzun süreli bir ilişkinin başlangıcı ve dönüm noktaları ile ilişkili notalar...
İlk nota yasak olanın cazibesi. Eşim püriten bir aileden geliyor. Alkol ve kahve yasak. Her ikisi de erkeğin kadını baştan çıkarma araçları olarak görülüyor. Linda çay içiyor. Niyetim, ilk buluşmamızda onu baştan çıkarmak. Çay yerine yasak olan kahveye yöneltmeli. Ama çaydan kahveye geçiş yumuşak olmalı. İlk kez deneyen biri için acı kahve çok şoke edeceğinden ona latte ısmarlıyorum. Bir yudum alıyor ve zokayı yutuyor. Havva ve elma misali. “Ruhunun müziği kayboldu” diye yazıyor annesi. Evinden kovulmuyor ama istemedikleri biriyle beraber olması yüzünden aileden eğitim için aldığı yolluk kesiliyor.

İkinci nota evlilik sonrası. Türkiye’yi uzun ziyaret. Kahve olayında inisiyatifi kaybetmem ilişkinin efsununu bozar. Elimdeki silah Türk kahvesi. Sütlü kahveye alternatif.
Çiçeği burnunda ve yabancı bir kadınla evlenen bir koca olarak genç eşimin Türk kahvesini sevmesi benim için sembolik açıdan iki anlama geliyor. Önce beni reddeden ailesinden tamamen koptuğunun göstergesi. Sonra da benim kültürel değerlerimi kabul ettiğinin somut ifadesi. Kahveyi seviyor mu? Sevmek kelime mi? Tam bir müptela oluyor!
Ya üçüncü aşama? Kahvecilerdeki üçüncü dalgayla çakışıyor. Çocuk sahibi olmaktan sonraki aşama. İki meşgul insan. İki tam gün iş. Çocuk en zor iş. Sinirler geriliyor. Gevşemek lazım. Her sabah kızımızı okula bıraktıktan sonra bulunduğumuz kentteki en iyi kahveciye gitmek bizim için adeta kutsal. Meditasyon gibi. Müzik, okuma ve bir parça çikolata. Ama ben Afrika çekirdeği olunca espresso’cu, aksi takdirde cortado veya macchiato’cuyum. Hanım hep cappuccino! “Ya Türk kahvesi, o yoksa illa da sütlü kahve” diyor! Ona “Bak Geisha çekirdek var, sütle öldürme” diye diskur çektikten sonra o harika gülümsemesiyle ve gözlerimin içine bakarak 'cappuccino' ısmarlıyor.
Kızar gibi yapıyorum ama mutluyum. Senfoni olayı sonuçta polifonik. Monofonik değil!

Yazarın Tüm Yazıları