Paylaş
Bir yanda Avrupa Birliği'nin geleceğini sınayan Birleşik Krallık referandumu...Bir yanda Rusya'nın kendi güvenliğini koruma bahanesiyle komşularının güvenliğini tehdit eden adımları...Bir yanda da Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da başlayan kargaşanın yarattığı göç ve mülteci akınlarının oluşturduğu baskı...
Geleceğe ilişkin tahminlerin giderek zorlaştığı, uluslararası toplumda öngörülemezlik endişesinin yayıldığı bu ortamda kendi yerini ve önemini yeniden tanımlamaya çalışan tek örgüt NATO. 8-9 Temmuz tarihlerinde Varşova'da yapılan zirve sonunda da NATO her zaman olduğu gibi değişen koşullara uyum sağlama ve üye ülkelerin güvenliğini koruma açısından kuvvetli mesajlar verme beceresini tekrarladı.
Herşeyden önce Varşova Zirvesi'nin tarihi bir dönüm noktası olduğunu vurgulamak gerekiyor. NATO ve Varşova Paktı soğuk savaşın iki önemli askeri blokunu oluşturuyordu. Varşova Paktı 1991 yılının Temmuz ayında ortadan kalktı. 25 yıl sonra, 2016 yılının Temmuz'unda bu defa NATO kendi zirve toplantılarından birini nihayet Varşova'da düzenledi. Bu sembolik tarihi toplantı soğuk savaşın galibini de dolaylı olarak tescil etmiş oldu.
Varşova'da NATO'nun temel işlevi olan ortak savunma konusunun çok güçlü biçimde yeniden altının çizildiğini vurgulamak gerekiyor. Bu özellikle NATO'nun genişlemesiyle birlikte örgüte katılan üyelerin önemli çoğunluğunu oluşturan orta ve doğu Avrupa ülkelerinin güvenlik endişelerini gidermek için gerekliydi.
Rusya'nın Ukrayna'ya olan müdahalesi sonunda başta Baltık ülkeleri olmak üzere Polonya ve Romanya gibi Rusya'dan kendilerine yönelik yayılmacı bir tehdit algısı içinde olan ülkeler bu endişelerinin giderilmesi için güvenilir bir taahhüt istiyorlardı.
NATO'nun bu konuda attığı adımı "güvence'den caydırıcılığa dönüş" olarak sloganlaştırmak mümkün. Varşova'da zirvenin resmi çalışmalarına paralel olarak düzenlenen "Varşova Zirvesi Uzmanlar Forumu" toplantılarında en çok vurgulanan bu söylemdi. Bu anlayış zirve bildirisinde örgütün temel görevi olan "ortak savunma"nın ve bu bağlamda beşinci maddenin öneminin altını yeniden çizen kuvvetli ifadelerle yer aldı.
Esasen, Baltık ülkelerinde ve Polonya'da tabur kuvvetinde dört kıta ile kurulan ileri askeri güç konuşlandırılması da bu caydırıcılığın en önemli unsurunu oluşturuyor. Böylelikle bir yandan bu ülkelere NATO'nun çokuluslu askeri katkısı sağlam bir taahhüt olarak gösteriliyor, diğer yandan topraklarına herhangi bir saldırı ihtimali karşısında daha ilk andan itibaren NATO'nun topyekün mukabele anlayışı içinde olacağına işaret ediliyor.
Zirve'nin ortaya koyduğu ikinci önemli mesajı "caydırıcılık ve diyalog" olarak okumak mümkün. Caydırıcılık dendiğinde bu kavramın doğrudan doğruya Rusya'ya karşı harekete geçecek bir anlayışı yansıttığından kimsenin kuşkusu yok. Soğuk savaş da hep caydırıcılık kavramı üzerine inşa edilen bir denge oyunuydu. Bugün yeniden soğuk savaş dönemine dönen bir anlayışı ise kimse savunmuyor.
Caydırıcılık elbette güvenliğin sağlamlaştırılmasında gerek duyulan en önemli unsur. Ancak güvenlik aynı coğrafyayı paylaşan tüm taraflar için dikkate alınması gereken bir kavram. Rusya da Avrupa ülkeleriyle komşuluğunun gereği ortak bir coğrafya üzerinde kendi güvenliğini kollayan ve bunu sağlamlaştıran bir anlayışı geliştirmek, ona göre önlemler almak ihtiyacı duyuyor.
İşte bu noktada da işin içine "diyalog" çağrısı giriyor. Türkiye'nin son zamanlarda dış politikasında neredeyse tamamen unutulan bir kavram olan "karşıtlarla diyaloğu mutlaka canlı tutma" anlayışının önemini NATO'nun caydırıcılık ve diyaloğu birbirini bütünleyen unsurlar olarak ele alan yaklaşımı en iyi şekilde yansıtıyor.
Rusya'ya karşı Kırım'ın ilhakı ve Doğu Ukrayna'da yaratılan fiili durum nedeniyle başlatılan yaptırımlar sürecek. Ancak Rusya ile diyalog zemini de ortadan kaldırılmayacak.
Peki diyalog için yararlanılacak bir mekanizma mevcut mu? Bu bakımdan en önemli işlevi NATO-Rusya Konseyi'nin üstleneceği anlaşılıyor. Rusya ile bu mekanizma üzerinden güvenlik ile ilgili konuların her zaman ele alınabileceği, Rusya'nın tehditten vazgeçmesi halinde çok önemli bir ortak olarak algılanmaya devam edeceği de zirve bildirisinde ifadesini buluyor.
Son olarak vurgulanacak genel mesajı da "güvenliğin bölünmezliği" ilkesi oluşturuyor. Türkiye'nin Suriye'den kaynaklanan göç, mülteci sorunları ve bu sorunlarla birlikte IŞİD'in oluşturduğu terör tehdidi karşısında Güney kanat ülkesi olarak yalnız bırakıldığı endişesi bu ilkeye yapılan vurgu ile gideriliyor.
NATO karşı karşıya olduğu tehditler bakımından coğrafi bir öncelik yapmıyor. Doğu, Güneydoğu ve Güney kanatlarındaki güvenlik tehdidi algılamalarının birbiriyle aynı önemde olduğu vurgusu bu anlayışı yansıtıyor.
Zirve Bildirisi'nde daha üzerinde durulacak çok mesaj, NATO'nun hızla değişen uluslararası koşullara uyum sağlama bakımından attığı birçok adım ve önlem bulunuyor. Siber güvenlik, başta AB olmak üzere diğer örgütlerle işbirliği, özellikle de Akdeniz Diyaloğu Üyesi ülkelerle ilişkilerin yeniden canlandırılması gibi öneriler dikkati çekiyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine girmesine yönelik adımların NATO zirvesi başlamadan önce atılmış olması önemliydi. NATO'nun Akdeniz Diyaloğu Ortağı olan İsrail ile normalleşme de aynı derecede önemli.
Şimdi Türkiye'nin dış politikasında başlayan bu yapıcı sürecin Suriye ve Doğu Akdeniz'de atılacak diğer adımlarla desteklenmesi bekleniyor. NATO izlenecek yolu gösterdi. Zor zamanlardan geçerken dahi diyalogdan vazgeçmemek gerekiyor.
Paylaş