Paylaş
Türkiye'nin komşu coğrafyasındaki ülkelerle yakından ilgilenme ve çevresinde barış ve istikrara katkı sağlama üzerine kurgulanan aktif dış politikası, sanılanın aksine, 21. Yüzyılın başında değil, 20. Yüzyılın sonunda başlamıştır. Bu ihtiyacın sebebi de Sovyetler Birliği'nin dağılmasıdır.
Son yirmibeş yılda uluslararası ilişkiler sahnesinde öyle sarsıcı gelişmeler oldu ki, 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasının sistemde ne kadar büyük bir etki yaptığı unutuluyor. Oysa bu gelişme on yıl sonra yaşanan ikiz kuleler faciasından ve yirmi yıl sonra yaşanan Arap ayaklanmalarından daha köklü bir değişimin sebebi olmuştur.
Herşeyden önce, Doğu-Batı ilişkilerinin yapısı ve dinamiği değişmiştir. Sovyetler Birliği dışında, eskiden Varşova Paktı üyesi olan ülkelerin tamamı bugün NATO üyesidirler. Sovyetler Birliği'nin parçası olan Litvanya, Estonya ve Letonya da öyle. Bu durum soğuk savaşı Rusya'nın kaybettiği şeklinde yorumlara dahi yol açmıştır.
Rusya son yirmibeş yılda kendine çeki düzen vererek şimdi uluslararası ilişkiler sahnesindeki etkisini ağır adımlarla yeniden hissettiriyor. Sorun, bu geri dönüşün salt barışçı yöntemlerle yapılıyor olmamasında. Türkiye ise, yirmibeş yıl önce başlattığı önemli atılımlarının istenen başarıya ulaşamamasının hüznünü yaşıyor.
Türkiye'nin 1992 yılında KEİ'nin kuruluşu ile ilgili atılımının arkasındaki dış politika anlayışı komşuları arasında ayırım gözetmeme, tüm aktörlere eşit mesafede durma ve bu aktörlerin tümümün barış ve istikrara yapıcı katkıları olduğuna inanma üzerine dayandırılmıştı. Nitekim, Türkiye Karadeniz coğrafyasının Kafkasya ile bütünlük oluşturduğunu düşünerek, Gürcistan'ın yanı sıra, bölgeye bitişik olan Ermenistan ve Azerbaycan'ı da ayırım gözetmeksizin KEİ üyeliğine davet etmişti.
Daha da önemlisi, Türkiye KEİ'nin ileride bölgede Avrupa Birliği ve NATO ile bütünleşmeye doğru evrilecek bir sürecin öncülüğünü yapacağını öngörmüş, Karadeniz ile hiç bir ilgisi olmadığı halde, AB ve NATO üyesi olan Yunanistan'a da aynı daveti yapmıştı.
KEİ siyasi bir örgüt değil, bir güvenlik örgütü de değil. Kuruluşundan itibaren üye ülkeler arasında iş ilişkilerini, ticari ilişkileri ve bunlardan hareketle sosyal, kültürel ve ekonomik yakınlaşmayı sağlamak suretiyle üye ülke halkları arasındaki anlayışı güçlendirmeyi hedefliyor.
Bu durum başlangıçta serbest piyasa ekonomisine sahip olmayan ve bu konuda Türkiye gibi bir ülkenin deneyimlerine ihtiyaç duyan eski komünist blok ülkeleri için önemli bir açılımdı. İlişkilerin bu alanlarda gelişmesinin, üye ülkeler arasında çıkabilecek siyasi gerginliklerin aşılmasında da kolaylaştırıcı bir rol oynayacağı umuluyordu.
KEİ, genellikle bu tür çok taraflı kuruluşların çoğunda olduğu gibi, bir Parlamenterler Asamblesi (KEİPA) kurdu. KEİPA, zaman içinde siyasi meselelerin ikili düzeyde heyetler arasında konuşulabilmesine de zemin hazırlamıştır. Çözüm üretmese de, diyalog kurulması bakımından bu önemlidir.
KEİ'nin bir ticaret ve kalkınma bankasının olması da amaçlarına hizmet edecek bir girişim olarak kayıtlara geçirilmelidir. Banka Selanik'te bulunuyor.
Bununla birlikte, zaman içinde yaşanan siyasi gelişmeler KEİ'nin oluşturmak istediği yakınlaşmayı engelleyen ve siyasi konuları iş ilişkilerinin önüne çıkaran bir sonuç doğurdu. Bölge çözümlenememiş sorunlarla doldu. Moldova'nın Transdinyester sorunu, Ukrayna ile Rusya arasında 2014 yılında yaşanan savaş ve bunun sonucunda Kırım'ın Rusya tarafından ilhakı, doğu Ukrayna'nın da Moldova'nınkine benzer bir konuma doğru evrilmesi bu sorunlardan bazıları.
Kafkasya'da ise en temel meseleyi hala çözüme kavuşmayan Yukarı Karabağ sorunu oluşturuyor. Azerbaycan'ın toprakları Ermenistan'ın işgali altında. Aynı şekilde, Gürcistan'ın toprak bütünlüğü de 2008 yılında Rusya ile yaşanan savaş sonucu Abhazya ve Güney Osetya'nın ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri yüzünden tehdit altında.
Bu koşullar altında, KEİ'nin öngördüğü çok taraflı işbirliğini Azerbaycan-Ermenistan, Rusya-Gürcistan, Rusya-Ukrayna, Rusya-Moldova gibi gerginlikler engelliyor. Bu engellemelerin en önemli ayağını da Rusya oluşturuyor. Bu koşullarda, ister istemez ortaya Karadeniz'de işbirliğini engelleyen ve çözümlenmemiş sorunları yaratan ülkenin Rusya olduğu gibi bir sonuç çıkıyor.
Bu çıkarsamanın yanlış olduğunu kimse ileri süremez. Ancak belli koşulların bütün bu gelişmeleri hazırladığı görüşü de yabana atılmamalı. Nihayet, unutmamak gerekir ki, bütün bu sorunlara rağmen, yine bütün bu ülkelerin Rusya ile bir arada aynı masa etrafında oturabildikleri yegane bölgesel oluşum KEİ. O halde, çözümün en önemli unsurlarından birinin de bu birlikteliğin içinde yattığını düşünmek, buna göre yaratıcı fikirler üretmek gerekiyor.
Rusya'nın izlediği politikaların Karadeniz'de gerginliği ve kutuplaşmayı artırdığı bir gerçek. Ancak KEİ'nin yarattığı işbirliği olanakları üzerinden zaman içinde bu gerginlikleri aşabilmenin zeminini hazırlamak da mümkün.
Karadeniz'de, her konuda anlaşamasalar dahi, Rusya ve Türkiye'nin en önemli ortak paydasını Montrö Antlaşması ve onun kurduğu Boğazlar rejimi oluşturuyor. Rusya'yı işbirliğine daha açık bir tutum izlemeye yönlendirmenin yolu da, çatışmacı bir anlayış yerine işbirlikçi bir anlayış üzerinden geçiyor.
Paylaş