Paylaş
Bu olgu son yıllarda çağdaş demokratik toplumlarda farklı lider tiplerinin öne çıkmasına yol açtı. Bu akımdan ABD'nin de nasibini aldığını ileri sürenler Donald Trump'ın başkan seçilmesini örnek olarak gösteriyorlar. Sosyal medyanın da tesiriyle, yeni zamanların liderleri artık kamuoyuna çok daha doğrudan ve çok daha çabuk şekilde ulaşabiliyor, mesajlarını iletebiliyor ve kitleleri harekete geçirebiliyorlar.
Donald Trump'ın sosyal medya üzerinden ABD ile diğer ülkelerin ilişkileri konusunda verdiği mesajlar bu alanda en çok dikkati çeken örnekleri oluşturuyor. Son olarak NATO devlet ve hükümet başkanları toplantısı için önce Brüksel'de, daha sonra G-7 zirvesi için Sicilya'da muhatapları ile bir araya gelen Donald Trump şimdi nedense Almanya'yı diline doladı. En son "tweet"lerinden birinde "ABD'nin Almanya ile son derece büyük ticaret açığı olduğunu, üstelik Almanya'nın NATO ve savunma harcamaları alanında yapması gereken katkının çok altında kaldığını" dile getirdi ve bunun değişmesi gerektiğini vurguladı.
Trump'ın Almanya'nın dış ticaret fazlasına sahip olduğunu yakından izlediği anlaşılıyor. NATO ve savunma harcamaları konusunda dile getirdiği serzeniş ile de örgüt üyelerinin Gayrisafi Yurt İçi Hasıla'larının (GSYİH) en az %2'si oranında savunma harcaması yapmaları gerekliliğine işaret ettiği açık. Ne var ki, başka hiçbir ülkenin devlet başkanı uluslararası ilişkilere sadece finans penceresinden bakmıyor.
Angela Merkel savunma harcamaları konusunda Almanya'nın yakında eksikliğini gidereceğini açıkladı. Ancak Trump'ın Avrupa'lı müttefiklere karşı duyarsız ve kırıcı ifadelerde bulunması ve bunu "tweet"leriyle yapması ister istemez NATO'nun içinde de bazı sorgulamalara yol açıyor. Nitekim, Merkel'in Trump ile son aylarda her karşılaşmasında yeni bir anlayış farklılığı ortaya çıkmaya başladı. Merkel'in bu duruma cevabı da nihayet geldi. Almanya Başbakanı, "artık Avrupa'lı müttefiklerin kendi başlarının çaresine bakmalarının zamanı geldi" dedi.
Trump ile Merkel arasında karşılıklı sözlerle ifadesini bulan görüş farklılığı NATO ittifakı içinde bazı ülkelerde ciddi endişe yaratmaya başladı. Birçok Avrupa ülkesi son yıllarda Rusya'nın daha özgüvenli, gerekirse kuvvet kullanmaya ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaya yönelik bir dış politika uygulamasına geri döndüğünü vurguluyorlar. Bundan duydukları endişenin yanı sıra, Rusya'da temel hak ve özgürlüklerin evrensel standartların altında kalmasını da ısrarla gündeme getiriyorlar.
İlginç olan, Donald Trump'ın Rusya konusunda Avrupa'lı müttefikleri gibi bir endişe dile getirmemesi, insan hakları konusunda ise Rusya'ya hiç bir eleştiri yöneltmemesi. Nitekim, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk'ın Brüksel'de Trump'a bu konuda nazik bir uyarıda bulunmuş olması da bir bakıma bu endişenin yansıması.
Dünya üzerinde demokrasiye, temel hak ve özgürlüklere, insan haklarına, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü gibi kavramlara değer veren çevrelerde bir endişe var. Acaba bu kavramların evrensel değerler olarak kabul ve saygı gördüğü günlerden uzaklaşıyor muyuz?
Benzer bir kaygı Türkiye'de de mevcut. Son olarak Brüksel'de yapılan görüşmede AB ile Türkiye arasında bir yıllık süreye yayılan yeni bir yol haritası çizildiği ortaya çıkınca bazı çevrelerde bu kaygı daha da arttı. Söz konusu yol haritasında Türkiye ile AB arasındaki ilişkilere ağırlıklı olarak terörle mücadele ve Suriye'li mültecilerin durumuna ilişkin olarak varılan mutabakatın bozulmadan sürdürülmesi yönünden bakılacağı, tartışmalı konuların ilişkileri zedelememesi için şimdilik biraz daha geri plana itileceği dile getirildi.
ABD'nin uluslararası ilişkileri finans penceresi ve işadamı gözlüğüyle okumasının insan hakları konusunda yaşanan ihlalleri görmezden gelmesine yol açacağından endişe edenler, Avrupa Birliği'nin de aynı değerlerden uzaklaşıp uzaklaşmadığı sorusunu ortaya atıyorlar.
Türkiye AB üyesi olmasa dahi Avrupa'nın içinde. Temel hak ve özgürlükler ile ilgili evrensel standartlar bakımından ise Avrupa'dan geride olduğu konusunda yaygın bir kanaat var. Bu koşullarda AB'nin Türkiye ile olan ilişkilerine sadece belli konulara odaklı bir bakış açısından yaklaştığı ve bunun Türkiye'nin demokratikleşme sürecini baltalayacağı endişesi içinde olanların en önemli güvencesi ve tesellisi, AB Konseyi Başkanı Tusk'ın Türkiye'de insan hakları ile ilgili konuları yakından takip ettiklerini hatırlatması oluyor.
Bu güvenceye hem Türkiye'de hem AB'de demokrasiye inanan tüm çevrelerin sahip çıkmaları gerekiyor.
Paylaş