Paylaş
DNA kelimesi adeta helezon şekliyle eşanlamlıdır. DNA’yı düşününce aklımıza gelen sarmal formuysa aslında yalnızca bir metafor. DNA’nın bir sarmal olduğuna dair güçlü kanıtlar ve gözlemler mevcut ancak gözle görmek mümkün olmadığı için tam anlamıyla ispatı hiçbir zaman mümkün olmayabilir. Varlığından bu kadar emin olduğumuz halde onu hiç göremeyecek olmayı ilham verici buluyorum; gözün görmediği realitelerin varlığını somutlaştırması yönüyle... DNA helezonlarının boyu 2 nanometre, yani metrenin milyarda ikisi kadar olduğu için ışığın görülebilir fayı içerisinde olmuyor. Işık değip yansıyamadığı için en güçlü mikroskoplarla bile görülemiyor. Şimdiyse biliminsanları, evrenin yani uzay-zaman bütünlüğünün kozmik kumaşı içinde, tıpkı insan kromozomlarındaki DNA sarmalı gibi yapısal bir geometri olduğunu keşfettiler.
Teori düzeyinde sunulan ve matematik formülleriyle kanıtsal ifadelere ulaşılan konsepte göre evrenin kumaşı sayılabilecek iki elektromanyetik güç, uzayda birbirleriyle sarmal haldeler. Sonsuzluğa uzanan sarmallar, birbirleriyle de sarmal şekilde birleşerek, tıpkı ipliklerin yünleri, yünlerin de kumaşı oluşturması gibi bir doku haline geliyorlar. Çalışmayı yürüten ekibin başında Madrid Saint Louis Üniversitesi’nden matematikçi Robert Monjo var.
Evrenin dokusundaki çift sarmal yapıyı keşfettiğine inanan Monjo “Yaptığımız çalışmalar Einstein’ın yerçekimi ve elektromanyetizma güçlerini aynı geometrik teoride ilişkilendirme çabasını tamamlıyor” diyor. Fizik ve moleküler biyoloji arasındaki ilişkiyi geometrik formlarda görmenin her zaman mümkün olduğunu vurgulayan matematikçiye göre evrenin güçleri arasındaki bağlantı, insan DNA’sıyla önemli bir benzerliğe sahip. Einstein’ın çözmek için 10 yılını harcadığı yerçekimi dalgalarının varlığı son yıllarda keşfedilmişti.
Evrenin dokusunu oluşturan, bir anlamda her şeyi yerli yerinde tutan yerçekimi dalgalarının yanı sıra elektromanyetik kuvvetlerin varlığı biliniyor. Elektromanyetik kuvvetse maddenin kendi alanına saçılan, aurası olarak düşünülebilecek enerji gücünü ifade ediyor. Bir anlamda her şeyden yayılan güç. Monjo’ya göre Einstein bileşim teoremiyle -unification- bu ikisinin ilişkisini ispatlamaya çalışmıştı. Görecelik teorisi de bu ilişkiyle bağlantılıydı. Robert Monjo ve akademisyen arkadaşları, bugüne kadar yapılan çalışmaları baz alarak karmaşık matematiksel formülleri yerlerine oturtmak suretiyle bu iki gücün sarmal halinde var olduklarını gösterebilmiş.
Hücrelerimizin milyonda biri kadar küçük olan yapıtaşımız DNA, varoluşumuzun kumaşını, bir anlamda o kumaşın ipliklerini oluşturuyor. Kendisinden sonsuz kat büyük olan evrenin dokusunda, akıl sır almayan iki kuvvetin aynı şekilde sarmalanması, evren için birliğin ve hareketin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Hayatın dokusu böyle ilmek ilmek akıyorsa peki, dokuyan kim ya da kimler?
DNA sarmalını ‘uçuk profesör’ buldu
Gözümüzün çok aşina olduğu sarmal formunun hikâyesi ilginç. 1950’lerde psikoaktif maddelerin yeni keşfedilmesiyle, bilinç durumunu değiştiren bu maddeler doktorların ve biliminsanlarının dikkatini çekmişti. Mikro dozda kullanıldığında zihin kapasitesini arttıran ve daha geniş düşünebilmeyi sağlayan psikoaktif maddelerle çalışan isimlerden Francis Crick, Britanya’nın ünlü biliminsanlarından biri. Tüm canlılığı içinde barındıran bir moleküler yapı üzerinde çalışan Crick, alanında çok önemli başarı kaydetmişti. Liserjik asit maddesiyle bir ‘düşünme aracı’ olarak çalışan Crick, psikoaktif tesir altındayken DNA’nın sarmal formunu bir vizyon olarak görmüş ve çalışmadaki tüm taşlar yerine oturmuştu. Işık fayına giremeyecek kadar küçük olduğundan dolayı görmek mümkün olmayan tekli DNA’ların bir araya konulduğunda kendi aralarında sarmallar oluşturduğu ilerleyen yıllarda kristal X-ışını teknolojisiyle gözlenebildi.
Bilimin gizemli konusu: Yerçekimi
Biliminsanları yerçekiminin bir kuvvetten öte olduğunu düşünüyor. Yerçekimi kuvveti, her an hissettiğimiz dünya deneyimini baştan başa belirleyen bir kuvvet. Tüm gezegenlerde, yıldızlarda ve gökcisimlerinde yerçekimi kütleye bağlı olarak değişiyor ve evrendeki bütün hareketi belirliyor.
Ancak nasıl bir kuvvet olduğu, kütlede kendiliğinden nasıl oluştuğu bilimin en gizemli konularından biri. Çünkü yerçekimi, bugünkü kuantum anlayışıyla çizilen çerçevenin içine bir türlü oturmayan tek kuvvet. Einstein’ın da anlamlandırmaya çalıştığı bu fikir, fiziğin farklı güçleri için büyük bir bileşim teoremine ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyuyordu. Ekim ayı sonunda Physical Review Letters’ta bir makale yayımlandı ve konuyla ilgili önemli gelişmeler paylaşıldı. Güncel araştırmalara göre yerçekiminin sadece bir güç olmayıp başlı başına bir kuantum sahası olması ihtimali kuvvetleniyor.Test aşamasındaki çalışma sonucunda yerçekiminin kendine has bir kuantum alanı, yani kendi başına bir boyut olduğu anlaşılabilir. Sahiden öyleyse, evrenin birbirine dolanmış boyutlardan ve birbiriyle aynı anda var olan güçlerden oluştuğu anlayışı pekişecek.
Paylaş