Paylaş
Mutfak dünyasının ünlü isimleri, Michelin sahibi şefler, dünya çapında 2 bin 200’den fazla restoranın baş şefleri, geleceğin genç aşçıları ve bağcılık sektörünün önemli üreticileri de derneğin üyesi konumunda…
Dünyaca ünlü 3 bin üst düzey kuruluşun genel müdürleri, 200’den fazla uluslararası konferans, tesis ve hizmet şirketi ile yemek hizmeti veren şirket, dünyanın en ünlü bağ üreticileri ve 90 kruvazör ve havayolu şirketi de Chaîne des Rôtisseurs’ün üyeleri arasında…
Üyeler dünyada yerel lezzetlerin korunmasını, iyi mekanları, şefleri, gastronomiye katkı sağlayan her işletmeyi destekliyor.
Chaîne des Rôtisseurs İzmir, geçenlerde Swissôtel Büyük Efes Scappi’de önemli bir etkinliğe ev sahipliği yaptı.
2025 Michelin tavsiye listesinde yer alan Scappi’nin şefi ile Michelin yıldızlı restoranların 4 şefine özel bir menü hazırlattı.
İzmir mutfağının geleneksel lezzetleri, bu beş şefin dokunuşlarıyla adeta yeniden doğdu.
Her biri kendi alanında dünya çapında tanınan bu beş şef, İzmir’in yerel malzemelerini modern tekniklerle harmanlayarak konuklara unutulmaz bir deneyim yaşattı.
Teruar Urla’nın şefi Osman Serdaroğlu, Narimor’un şefi Atilla Alfred Heilbronn, Vino Locale’in şefi Ozan Kumsabar, Scappi’nin şefi Erkan Özdemir, OD Urla’nın şefi Osman Sezener bir gastronomi yolculuğu yaptılar.
Chaine des Rotisseurs, 1248 yılında Fransa’da temelleri atılan ve dünyanın en eski gastronomi topluluklarından biri olarak kabul edilen bir organizasyon. Misyonu, gastronomi sanatını ve sofra kültürünü geliştirmek, yeni şeflerin ve yenilikçi menülerin önünü açmak. Bugün bu gelenek, 75’ten fazla ülkede devam ediyor ve her etkinlikte farklı kültürlerin mutfakları ile modern gastronominin birleşiminden doğan bir şölen sunuyor.
İzmir’in gastronomisine değer katan bütün şefleri, mekanları, ekiplerini kutluyorum.
Yerel olanın önemli
olduğunun farkındalar
SON yıllarda Urla’da sadece doğa konuşulmuyor; bir gastronomi rüzgarı da esiyor. Genç şeflerin açtığı mekanlar, sadece Urla’nın değil, İzmir’in gastronomi dünyasına yeni bir soluk getirdi. Artık yerel olan, lokal olan çok daha değerli. Urla’nın genç şefleri de bunun farkında. Onlar, bölgenin toprağında yetişen ürünlere, yerel üreticilerin emeğine ve geleneksel lezzetlere modern bir yorum katıyor. Yemeklerinde sadece bir lezzet değil, bir hikaye de var.
Bağlardan toplanan üzümlerle yapılan şaraplar, zeytinyağlı mezeler, taze enginar ve deniz mahsulleri… Bu tatlar, hem Urla’nın hem de İzmir’in ruhunu taşıyor.
Urla’nın gastronomi hikayesinin en güzel yanı, sadece tabakta değil, mekanda da kendini göstermesi. Doğanın içinde, bağların arasında, tarihi taş binaların yenilendiği restoranlarda, şık ama samimi bir atmosferde yemek yiyorsunuz.
Bu mekanlar, sadece yemek yemek için değil, bir deneyim yaşamak için tercih ediliyor. İnsanlar artık bir restoranı seçerken sadece menüye değil, o mekanın hikayesine, sunduğu atmosfere ve yerel değerlere olan bağlılığına da bakıyor.
Urla’daki bu genç şeflerin ve güzel mekanların oluşturduğu kümelenme, sadece Urla’ya değil, İzmir’e de iyi geldi. Bu hareket, İzmir’in gastronomi sahnesini daha görünür kıldı.
Urla’nın şefleri bize çok önemli bir şey daha öğretiyor. Küresel başarının anahtarı, yerel değerlere sahip çıkmaktan geçiyor. Dünyanın her yerinde aynı tatları bulabilirsiniz ama önemli olan o tabakta gelen hikayedir.
Koltuksuz liderlik dönemi
10 Haber’de Şelale Kadak yazmış.
Procter and Gamble Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya Yönetim Kurulu Başkanı Tankut Turnaoğlu’na ziyarete gitmiş.
Ve hiyerarşinin, odaların, koltukların olmadığı bir şirketi anlatmış.
Evet...
Bir şirketin genel müdürünü düşünün. Çoğumuzun aklına ilk gelen, büyük bir odada oturmuş, geniş masasında toplantılarına yön veren bir figür. Tankut Turnaoğlu’nun anlattıkları bu dönemin bittiğini gösteriyor.
Artık genel müdürlerin odası yok. Hatta masası bile yok. Aynı uzun masayı çalışanlarıyla paylaşıyorlar. Bu, ilk bakışta küçük bir detay gibi görünebilir ama aslında büyük bir değişimin göstergesi. Çünkü bu sadece bir mekân düzenlemesi değil; bir anlayışın, bir zihniyetin de değişimi.
Hiyerarşi ve bürokrasi…
Geçmişte işlerimizi kolaylaştıracağı düşünülen bu kavramlar, çoğu zaman işleri yavaşlatan, çalışanlarla yönetim arasına görünmez duvarlar ören sistemlere dönüştü. Oysa geleceğin şirketlerinde bu duvarlar artık yok. Herkesin birbiriyle kolayca iletişim kurabildiği, fikirlerin rahatça paylaşıldığı bir yapı kuruluyor.
Hazırlanın yeni bir dönem geliyor.
Emir veren değil dinleyen
birlikte çalışmayı isteyen
Tankut Turnaoğlu’nun “Kimseye ait bir koltuk yok. Benim koltuğuma başkası da oturabilir” sözleri, bu anlayışı çok net özetliyor. Bu sistemde unvanlar bir güç sembolü değil, bir sorumluluğun ifadesi. Çalışanlar kendilerini yönetimden uzak değil, bir ekibin parçası gibi hissediyor.
Yeni nesil ofislerin temelinde “daha fazlası için daha az” anlayışı yatıyor. Daha az alan, daha az özel oda, daha az hiyerarşi…
Ama bu sadeleşme, çalışanların verimliliğini artırıyor. Çünkü insanlar, fiziksel alanların değil, fikirlerin ve işbirliğinin önemli olduğu bir ortamda kendilerini daha değerli hissediyor.
Bence ilham verici bir fikir, işleyiş...
Liderlik artık bir koltukta oturmak değil, bir ekip ruhuyla çalışmayı teşvik etmek anlamına geliyor.
Geleceğin liderleri, artık emir veren değil, dinleyen; yöneten değil, birlikte çalışmayı teşvik eden kişiler olacak.
Yeni nesil liderlik anlayışı, çalışanlarla yönetim arasındaki mesafeyi kaldırıyor. Bu mesafesizlik, daha samimi, daha üretken bir iş ortamı yaratıyor. İnsanlar fikirlerini rahatça paylaşabiliyor, kendilerini daha değerli hissediyor.
Geleceğin şirketlerini bugünden görmeye başladık. Hiyerarşi azaldıkça, iş dünyası daha insani bir hale geliyor. Bireyler, unvanların gölgesinde değil, fikirlerin ışığında çalışıyor. Ve bu dönüşüm, yalnızca iş dünyasını değil, toplumu da değiştirecek.
Tankut Turnaoğlu’nun şu cümlesi bu değişimi özetliyor:
“Benim gelmediğim gün başka biri bu koltuğa oturabilir, ki oturuyor da...”
İşte bu yaklaşım, geleceğin liderliğini tanımlıyor. Koltuklar gidici ama insan odaklı bir anlayış kalıcı.
Paylaş