Paylaş
Çocuk aklımla 1974’ün yazında nedenini bilmediğim bir şekilde Cruyff ve arkadaşlarının serüvenlerini nasıl sonlandıracağı, meselenin benim kanadımdaki ilk büyük heyecanıydı. Bütün Türkiye’nin yeni yeni sevdiği TV denen o alet sayesinde aslında futbol da bu coğrafyadaki tutku ağını alabildiğine genişletiyordu. Ekran siyah-beyazdı ama sevdamız renkliydi. ‘Sarı fare’ yönetimindeki ‘Portakallar’, Rinus Michels’in ‘Total futbol’unu oyunun tarihsel akışına yeni bir ruh olarak eklerlerken onları o ünlü final maçında ‘Beleşçi’ namlı Gerd Müller’in golü durduracak ve Hollanda, Batı Almanya topraklarını ‘Gönüllerin şampiyonu’ olarak terk edecekti.
Sevda bu, hemen bitmiyor ki... Aradan 4 yıl geçti, ‘Portakallar’ bu kez Rensenbrink yönetiminde yine sahnedeydi. ‘Arjantin 78’, artık onlar için ‘ezeli’ rakip görüntüsü kazanan B. Almanya’dan 2-1’lik maçın rövanşını alma fırsatı bile sundu ama mücadele 2-2 bitti. Neyse, Rensenbrik’in yanı sıra Kerkhof kardeşler, Naninga, Rep ve Arie Haan derken bu kez Happel’in teknik adamlığını üstlendiği takım yine finaldeydi. Ama yine olmadı, faşist Videla’nın ülkesinde, ‘solcu’ Menotti’nin çalıştırdığı Arjantin, halkının acılı günlerini futbolla bir nebze dindirirken aslında bu sonuç ‘Diktatör’ün de istediği ‘Sahte’ ve ‘geçici’ mutluluğu ülke sathına yayıyordu. Lakin beni ilgilendiren Hollanda’nın yine meydanı boynu bükük terk etmesiydi. Çocukluk sevdam, bir türlü ‘Şampiyon’ unvanıyla taçlanamıyor ama ben de bu oyunda tek denklemin sadece kazanmanın olmadığını öğreniyordum. Bir anlamda yenilgiler adeta olgunlaştırıyordu beni ve kuşağımın tüm Hollanda sempatizanlarını...
Sonrasında araya Zico ve arkadaşlarının 82’deki ‘Şiir gibi futbol’u, 86’da görüp göreceğimiz tüm zamanların en muhteşem ‘One Man Show’uyla Maradona hafızalarımıza kazındı. Hollanda ise özellikle Almanya’yla olan tarihsel hesabını Euro 88’de kapattı. Yarı finalde Germenler’i 2-1’le geçip finalde de Sovyetler’i 2-0 mağlup ederken hem ilk kez büyük bir turnuvada ‘Şampiyon’ oldular hem de Van Basten’in golünü ‘Tüm zamanların en iyisi’ unvanıyla tarihe armağan ettiler. Takımın hocası Michels de oyuna dair o güne kadar yaptığı katkıların bir anlamda karşılığını alıyordu.
SNEIJDER VE ARKADAŞLARI
Hollanda yeni yüzyılda da oyundaki geleneğine sahip çıkıyor ve 2010’da, tarihindeki üçüncü finali oynuyordu. Lakin benim için Bert van Marwijk’in takımının, eskilerine benzer bir kıymeti-i harbiyesi yoktu. Sonuç odaklı gereksiz bir sertlikte (hatta ‘vahşilik’ düzeyinde) futbol oynuyorlar ama hedefe de emin adımlarla yürüyorlardı. Van Marwijk bu durumun farkındaydı ve geçmişin sevilen Hollanda’sının izlerini sürmediklerini belirtmek için, “Gönüllerde taht kurdular da ne oldu, kazanamadılar, biz ise kazanmak için oynuyoruz” diyordu. Neyse, Del Bosque’nin İspanya’sı onlara bu fırsatı vermedi, hoş kupayı alsalardı ‘Kazanan haklıdır’la tarih onları da önemseyecekti...
Şimdiki zamanın Hollanda’sı ise önceki gece 2010’un rövanşını İspanya’dan 5-1’le alırken turnuvaya büyük bir moralle başladı ve kendilerine favori olarak göstermeyenlerin planlarına adeta bozdu! Yine de her şey için çok erken tabii ki. Van Gaal’in takımı ne yapar, bekleyip göreceğiz.
Ama öte yandan İspanya maçındaki korkutucu Hollanda’nın iki cepheye mesajı vardı; biri Van Gaal’i bu sezon başında takımlarında görecek M.United taraftarlarının yüreğine serpilen suydu. Diğeri ise Euro 2016 için ‘Portakallar’la aynı grupta yer alan Türkiye’nin artık ‘İkincilik’ için Çek Cumhuriyeti’ni daha ciddiye alması gerektiği yönündeydi... Ama bu iki mesaja ilişkin gelişmelere daha çok zaman var, şimdilik turnuvanın tadını çıkarmaya bakalım. Cruyff’un, Rensenbrink’in, Gullit’in tadamadığı mutluluğu Sneijder ve arkadaşları tadacak mı, bu da peşine düşeceğimiz yeni bir merak olsun...
Paylaş