Paylaş
'Örümcek Adam’dan da biliyoruz ki ‘Büyük güç, büyük sorumluluk gerektirir...’ Lakin bu kadarı da yetmez, onca devasa yaratığa, mahlukata, tehlikeye karşı koymak için belli oranlarda iri cüsse de gerektirir... Marvel’ın en az bilinen karakteri konumundaki ‘Ant-Man’, konuya değişik bir perspektif getiriyor ve meseleyi ‘Küçük güzeldir’den yola çıkarak ‘Küçük de güçlüdür’e taşıyor. Aslında ironiyi ‘Önemli olan işlevi’ne kadar uzatmak mümkün...
Peki ‘Ant-Man’ ne anlatıyor? Sinemadaki ilk macerası itibariyle hikâyede bu tür yapımların genel şablonuyla karşılaşıyoruz: ‘Çılgın’ fikirlerle flört eden ama sorumluluklarını bilen bir bilim insanı ve yanında yetişmiş, tutkusu, ihtirasları ve gözü dönmüşlüğüyle her an yoldan çıkmaya eğilimli bir yardımcı... Dr. Hank Pym her türlü canlıyı küçültebilen bir teknoloji peşinde, yıllar boyu deney ve araştırmalar yapmıştır. Yardımcısı Darren Cross ise bütün bu çabaları daha öte noktalara taşımış ve buluşunu, ‘kötü niyetli’ insanların eline vererek kolay yoldan para kazanmanın derdine düşmüştür. Aslında gerçek niyeti, ‘Boynuzun kulağı geçtiğini’ kanıtlamaktır. Pym’in şirketine bir şekilde el koyan ve kızı Hope’u da yanına alan Darren, faaliyet alanını genişletirken sevimli bir hırsız olan Scott Lang de bir soygun sonucu, Pym’in yıllardır gizlediği buluşunun uygulayıcısı haline gelir. Lang, artık giydiği özel kostüm içinde tek bir düğmeye basarak karınca boyutuna inmekte ve meseleleri ‘küçük ama etkili’ dokunuşlarıyla çözmektedir. Üstelik yanında dev bir karınca ordusu vardır...
Yönetmenliğini Peyton Reed’in üstlendiği ‘Ant-Man’, bir kere çok az bilinmenin avantajıyla özel olarak ilgimize muhatap oluyor. Peşi sıra senaryoda dört isim var; Edgar Wright, Joe Cornish, Adam McKay ve başroldeki Paul Rudd. Bu topluluk içinde yer alan İngiliz Wright, malum birçok komedi filminin yönetmeni (‘Shaun of the Dead’, ‘Hot Fuzz’, ‘The World’s End’) ve senaristi. Muhtemelen onun dokunuşlarıyla ‘Ant-Man’ özel bir ruha ve espri anlayışına sahip olmuş. Keza yazım ekibinde yer alan, filmin başrol oyuncusu Paul Rudd da bu hikâyeye özel katkılarda bulunmuştur diye düşünüyor insan.
Bu daha başlangıç!
Kuşkusuz bu tür yapımların atardamarları aksiyon sahnelerinde belirir. Ve öykü bu noktalara gelince, akıl ve mantık yerini göze bırakır. ‘Ant-Man’ bu genel gidişattan bir parça zarar görüyor ama yine de aynı kategori yer alan yapımlar arasında ön plana çıkmayı başarıyor.
Oyunculuklara gelince: ‘Ant-Man’de Paul Rudd gayet iyi. ‘İtidalli’ bilim insanı Dr. Hank Pym’de de Michael Douglas sınıfı geçiyor. Tecrübeli aktör geçen hafta salonlarımıza uğrayan ‘Tehlikeli Oyun’da (‘Beyond the Reach’) zaman zaman karikatürize bir performans sergiliyordu ama ‘Ant-Man’de göz dolduruyor. Pym’in kızı Hope’da Evangeline Lilly de oldukça başarılı. Corey Stoll ise ihtiraslı yardımcı Darren Cross’ta etkileyici bir kötü adam profili çizerken hafiften Telly Savalas’ çağrışımları da sunuyor. Scott Lang’in çetesinde yer alan Meksika kökenli Luis’de de Michael Pena döktürüyor. Bu arada Pym’in tasarımı dolayısıyla öykü karıncaların dünyasında fiziksel ve felsefi açıdan dolaşırken bazı sahnelerde ben de kendi lise dönemimin ‘Felaket filmleri’nden ‘Dev Karıncalar İmparatorluğu’nu hatırladım.
Sonuç? Anlaşılan ‘Stan Lee, Larry Lieber ve Jack Kirby üçlüsü’nün 1962’de sahaya sürdükleri ‘Ant-Man’ bundan böyle karşımıza sıkça çıkacak. Bildiğim kadarıyla 2016’da vizyona girecek ‘Captain America: Civil War’un karakterlerinden biri de bu sevimli kahraman olacak (Zaten bunun işaretleri, filmdeki ‘The Avengers’ göndermelerinde de görmek mümkündü). Dolayısıyla ‘Ant-Man’ gayet iyi bir ilk buluşma olmuş. Kaçırmayın derim...
Paylaş