Paylaş
Bandırma Şehit Mehmet Gönenç Lisesi öğrencisi Güngör Gezer, Artuğ Sayıner, Osman Caran, Atilla Yedikardeşler ve Adnan Zambak’tan oluşan ekibin kurduğu ‘Bandırma Füze Kulübü’ zamanla lise çatısı altından ayrılarak ‘Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırma Derneği’ ismini alır. 1950’lerden 60’lara uzanan bu dönem ‘Soğuk Savaş’ın uzaydaki tezahürü olarak ABD ve Sovyetler Birliği gökyüzünde de rekabet ederken Rus kanadı Sputnik’le ilk adımı atar. Gelişmeler gençler için ilham kaynağı olur ve ‘Marmara’ adını verdikleri füzenin denemeleri giderek daha yüksek irtifalara ulaşır.
Gayretleri yurtdışına taşar, yabancı basın kendileriyle söyleşi yapar. Ama asıl destek İTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nün akademisyeni Kirkor Divarcı’dan gelir. Biliminsanı, gençlere hem bilgi hem de bizatihi para yardımı yapar. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in de takdirlerini alan ekip çalışmalarını hızlandırır. 1966’da katıldıkları bir sergide Amerikalı bir kuruluş tarafından kendilerine hediye edilen maket uçak üzerinden ‘Amerikan yandaşı’ olarak suçlanırlar. Akabinde Divarcı’nın evinde çıkan bir yangınla projelerine ilişkin döküman yok olur. Vakanın ardından Divarcı çalışmalara dair şevkini kaybeder, hayata küser.
Ekip de dağılır ve tarihimiz için çok müstesna olan bir oluşum ivmesini kaybeder.
Yaşanmış olayları ve tarihsel figürlerin biyografilerini perdeye taşıyan ‘Dijital Sanatlar’, yine bir ‘Bir Mustafa Uslu yapımı’ çalışmayla yukarıda özetlediğimiz gerçek öyküyü kurgusal motiflerle sinemaya uyarlamış. Ömer Faruk Sorak’ın yönettiği ‘Bandırma Füze Kulübü’nde Mert Dikmen, Ayberk Olgay ve Mustafa Uslu imzalı senaryo, meseleye romantizm katmış.
“Senaryonun ‘Amerikan karşıtı’ duruşu zorlama bir çaba. NASA’ya uzanan öykü de yine fazla hayalci.”
Öykünün iki ana karakteri Umut’la Leyla arasında, Leyla’nın yörenin gazetelerinden ‘Bandırma Güneşi’nin sahibi olan babasının izin vermediği bir aşk ilişkisi söz konusu. Hademe-çalgıcı Necati karakteri ve Deli Yusuf, gönül abideleri olarak hikâyenin diğer romantik kanadı. Kirkor Divarcı öyküye dahil edilmemiş. Bu konudaki savunu “Biz grubun lise dönemini anlatıyoruz” olabilir elbet. Leyla’nın babasının yazdığı makale de zamanında Cumhuriyet’te Cevat Fehmi Başkurt’un gençleri tiye alan yazısını andırıyor.
Ekim 1962’de fırlatılan Marmara 4 roketi 5 bin metre yüksekliğe ulaştı.
Bu bir film, elbette kurgusal değişiklikler olabilir ama öykünün ‘kötü adamı’ olarak sahaya sürülen gazeteci kılığındaki ABD ajanı fazla karikatürize, hele de gençlere ilişkin yazdığı raporunu, üzerine ‘Central Intelligence Agency’ (CIA) yazdığı bir zarfa koyup Bandırma Postanesi’nden Amerika’ya yolladığı sahne çok gerçeküstücüydü! Ayrıca hem söz konusu tarihlerde (yani Menderes dönemi) Türkiye, antikomünist bir yaklaşımla ABD’den yana bir tutum içerisindeydi. Keza ABD, uzay çalışmaları ve roket teknolojisi alanında dünyadaki parlak isimleri (başta Wernher von Braun olmak üzere) bir tür ‘beyin göçü’yle kendi ideolojisine katıyordu. Dolayısıyla Türkiye’den çıkan bu zeki gençleri de engellemek yerine onlardan yararlanmayı seçerdi. Yani senaryonun ‘Amerikan karşıtı’ duruşu zorlama bir çaba olmuş. Daha sonra NASA’ya uzanan öykü de yine fazla hayalci ve öykünün kendi içindeki tutarlılığını zedeleyen bir unsur gibi geldi bana (CIA’in engellediği gençleri yetişkinliklerinde NASA takdir ediyor).
Kayda değer bir çalışma
Lise öğrencilerinden çok üniversitelileri andıran oyuncuların sürüklediği yapımda ben Erkan Kolçak Köstendil, Görkem Sevindik ve Gökhan Yıkılkan’ın performanslarını diğerlerinin yanında bir adım daha önde gördüm. Öte yandan bir yanıyla, yine sonu getirilemeyen bir teknolojik çabayı anlatan Tolga Örnek’in ‘Devrim Arabaları’nı, romantik unsurlarıyla da Yılmaz Erdoğan’ın ‘Kelebeğin Rüyası’nı hatırlatan ‘Bandırma Füze Kulübü’nün geçmişe dair eski bir defterin sayfalarını aralaması kayda değer bir çaba. Sonuç olarak ‘Bütün zorluklara rağmen hayallerine sahip çıkan gençler’ üzerine bir ana fikre sahip olan yapım Ömer Faruk Sorak’ın rejisiyle ilgi çekeceğe benziyor. Keşke özellikle finalde yükselen hamasete bu derece yaslanmasalardı.
Not: ‘Bandırma Füze Kulübü’nün gerçek hikâyesine ait bilgiler için savunmasanayi.org adlı sitedeki metinden yararlandım.
‘Süper’ ve öfkeli
Ve DC Evreni, 1945’lerde yaratılan bir karakterle, ‘Black Adam’ ile bir kez daha huzurlarımızda... Bu bir ilk adım olduğuna göre, çıkan kısmın özeti türünden bir girişle başlıyor film: MÖ 2600… Gizemli Kahndaq ülkesinde (adeta Mısır) halkına zulüm uygulayan Kral’a karşı ‘Derin Tanrılar’ yeni bir kahraman sahaya sürüyor: Teth Adam. Lakin ayrıntıları pek bilinmeyen bir mücadelenin ardından bu kahraman ortadan kayboluyor. 5 bin yıl sonraysa aynı yöre bu kez paralı askerlerce işgal altında. Şimdiki zamanın zulmüne karşı çıkan arkeolog ve isyancı Adrianna, eski bir tacı ararken Teth Adam’ı da uykusundan uyandırıyor.
5 bin yıllık yalnızlıktan sonra bu geçmiş zaman kahramanı yeni dünyaya, Adrianna’nın sempatik oğlu Amon sayesinde ayak uydurmaya çalışırken ‘Uygar Batı’dan (!) gelen ‘Adalet Topluluğu’ üyeleri (Hawkman, Doctor Fate, Atom Smasher ve Cyclone) Amon’un ‘Black Adam’ adını taktığı bu yeni ‘yenilmez savaşçı’yı ‘ehlileştirmek’ istiyor. Çünkü kahramanımız literatürdeki benzerlerine göre fazla acımasız, gaddar ve karşısındaki herkesi öldürmeye meyilli bir öfke yumağıdır (ayrıca ‘X-Men: Apocalypse’teki En Sabah Nur’u da çağrıştırıyor).
Faniler dünyasının ‘Süper’i konumundaki Dwayne Johnson’ı farklı bir lige taşıyan, Jaume Collet-Serra’nın yönettiği ‘Black Adam’; sarkastik esprileri, yeni karakterleri, western göndermeleri vs. ile orta karar bir ‘süper kahraman’ eğlenceliği olmuş. Bu arada Dr. Fate’te Pierce Brosnan çok iyiydi.
Ve diğer seçenekler
İki yıl önce eşini kaybeden bir kadın… Evlilik boyunca adeta bir görev olarak addettiği cinsellik, onun için artık farklı sulara açılacağı bir alandır. 60’larındaki Nancy, genç seks işçisi Leo Grande ile anlaşır ve bir otel odasında buluşur. Tedirgin başlayan buluşma sonrasında bir sohbet ortamına, Leo’nun annesiyle, Nancy’nin de iki yetişkin çocuğuyla ilişkilerine kadar uzanacaktır. Sophie Hyde’ın yönettiği, teatral bir yapıya sahip olan ‘İyi Şanslar, Leo Grande’de (Good Luck to You, Leo Grande) Emma Thompson muhteşem oynuyor. Leo Grande’yi ise Daryl McCormack canlandırıyor. Yerli yapım ‘Utanç’ Kayhan Başoğlu imzasını taşıyor. Haftanın animasyon seçeneği ‘Aslan Hürkuş: Görevimiz Gökbey’i ise H. Sinan Güngör, Semih Turalı ve Yunus Emre Çakır yönetmiş.
Paylaş