Paylaş
Mesleki anlamda zirvede gezindiği günleri geride bırakmış, yaratıcılık problemleri yaşayan, bir yandan da sağlık sorunlarıyla boğuşan orta yaşlı bir yönetmen... Eski işlerinden biri, restore edilerek yeniden seyirciyle buluşturulacaktır. Lakin bu, kariyeri içinde mihenk taşı olan yapıtının başrol oyuncusuyla, film vizyona girdiğinden beri küstür ve yeniden barışmanın ve dahi özel gösterimde yıllar sonra birlikte geniş bir topluluk karşısına çıkmanın çabasına soyunur. Fakat kimi gelişmeler sadece uzak zamanın belirli bölümlerini değil, çok geniş bir yelpazenin bütün katmanlarını da karşısına çıkarır...
İspanyol toplumu, diktatör Franco’nun ardından hayatın her alanında yaşadığı travmaların izlerini silmeye çalışırken, sinema cephesinde özellikle bastırılmış cinsel kimlikler konusundaki yansımayı, Pedro Almodovar’ın tutkulu ve arzulu filmlerinde buldu. Carlos Saura ve Victor Erice gibi ustaların ardından Adriyatik’in bu yakasında ön plana çıkan öncelikli isimdi kendisi. Parlak renklerle işlenmiş çerçevelerine hissiyat dozu yüksek öyküler yerleştirdi; marjinal hayatlar ve gösteri dünyasının içinde sıkışmış dramlarla birlikte anne figürü de sıkça uğradığı limanlardandı.
Bütün bu sularda gezinen filmlerine Victoria Abril, Rossy de Palma, Antonio Banderas, Cecilia Roth, Penelope Cruz, Carmen Maura gibi isimler eşlik etti. Son kertede onun sinemasını tanımlayan şey melodramdı. Yani yedinci sanatın en eski miraslarından birini kendi rotasına ve ruhuna uygun bir şekilde modernize ederek yoluna devam etti ve 70’li yaşlarına ulaştı.
Eski defterler açılırken...
Bu hafta sinemalarımıza bu büyük ustanın son adımı ‘Acı ve Zafer’ (‘Dolor y gloria’) uğruyor. Girişte konusunu özetlediğimiz yapım, hem sanat hem de hayat çizgisinde depresyona girmiş Salvador Mallo adlı bir yönetmenin yeniden ayağa kalkmasını, çocukluğuna uzanarak anlatıyor.
Fakirlik, fedakârlık, istedikleri hayat şartlarını sunmakta zorlanan baba, aileyi ayakta tutan anne, cinsel anlamda ilk uyanış, sanata doğru yolculuk, sinemayla tanışma derken yönetmenin bir kenarda duran senaryosunun, eski oyuncusu tarafından keşfedilmesiyle birlikte tiyatroya açılan yelken ve bu kez gençlik döneminin en çarpıcı aşkıyla bir kez daha buluşma. Peşi sıra ayrılan ve tekrar kesişen yollar, hayatlar, farklı kararlar, yönelimler...
Almodovar, ‘Acı ve Zafer’de melodrama göz kırpıyor ama filmi daha doğru şekilde tanımlayacak olan sanırım hüzün. Hikâye yönetmenin bütün bir kariyer yolculuğuna eşlik eden unsurlarla yüklü; yani bir kez daha hayat sanatla buluşuyor. İlgiye değer, sürükleyici, sizi zamanın akışına atarken, bir yandan da duygusallık çemberi içine çeken bir yapım var karşımızda.
Bu film tamamıyla otobiyografik bir çaba mı ya da her zaman olduğu gibi Almodovar’ın hayatından kısmi parçalar mı var? Bence çok da önemi yok; bir yaratıcının yaşadığı tıkanıklığı zamansal atlamalar eşliğinde zarifçe anlatıyor. Öte yandan, ‘Acı ve Zafer’e ilişkin yönetmenin “Son dönemdeki en iyi işi” şeklinde tanımlamalar da var. Naçizane ben son dönem yapıtları da dahil olmak üzere, Almodovar’ın her daim belli bir çizgiyi tutturduğu ve zaten böyle bir problemin (ya da tarifin) olmadığı kanısındayım.
Sanat-hayat denklemi
‘Acı ve Zafer’ ne kadar az veya çok kişisel unsurlarla örülü, bir önemi yok ama bu öyküde yönetmen Salvador Mallo kimliğinde karşımıza çıkan Antonio Banderas’ın yıllar sonra bir Almodovar filmine etkileyici bir performansla döndüğü kesin. Bazıları bu durumu, Fellini’nin ‘Sekiz Buçuk’ta Marcello Mastroianni’ye yönetmen rolünü vermesi türünden bir hamle olarak tanımlamış (ki bence de doğru bir tespit). Sonuçta Banderas, karakterin ruh durumunu, yaşadığı dalgalanmaları, sanatsal açmazlarını gayet başarılı bir şekilde perdeye taşıyor (zaten performansıyla bu yıl Cannes’da ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü aldı). Filmde klasik Almodovar oyuncularından Penelope Cruz’un da yönetmenin annesini canlandırdığını hatırlatalım.
Sonuç itibariyle ilginç, hüzünlü ve ‘sanat-hayat denklemi’nde gezinen ‘Acı ve Zafer’i kaçırmayın derim.
Ve sahne sırası Boğaziçi’nde...
!f İstanbul, Adana, Filmekimi ve Başka Sinema Ayvalık Film Festivali bitti; sahne sırası artık 18 Ekim’de başlayacak Boğaziçi Film Festivali’nde. Bu yıl 7’ncisi düzenlenen organizasyonda 25 ülkeden 83 film gösterilecek. Eric Toledano-Olivier Nakache ikilisinin yönettiği, Vincent Cassel ve Reda Kateb ikilisinin sürüklediği ‘The Specials’la açılacak etkinlik 25 Ekim’e kadar sürecek.
Festivalin en önemli bölümü niteliğindeki ‘Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda dokuz film, 100 bin TL değerindeki ‘Altın Yunus’ ödülünü kazanmak için yarışacak. Bu yapıtları değerlendirecek jürinin başkanlığını yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun üstlenecek. Jüride yer alan diğer isimlerse şöyle: Senarist, sanat yönetmeni ve fotoğrafçı Ebru Ceylan, oyuncu Nalan Kuruçim, oyuncu Cemre Ebüzziya ve yazar Mustafa Çiftçi.
Öte yandan festival yedinci yaşını, ‘yedilik’ klasiklerle kutluyor: Bu toplamda yer alan yapımlar şöyle: ‘Se7en’ (Yön: David Fincher), ‘Yedinci Mühür’ (Yön: Ingmar Bergman) ve ‘Yedi Samuray’ (Yön: Akira Kurosawa).
Festivalde gösterimler Atlas, Beyoğlu ve Kadıköy sinemalarında yapılacak. Biletler biletinial.com’dan alınabiliyor.
Diğer seçenekler
Haftanın yenilerinden ‘7. Koğuştaki Mucize’, Mehmet Ada Öztekin imzasını taşıyor. Filmin kadrosunda Aras Bulut İynemli, Nisa Sofiya Aksongur, Sarp Akkaya ve Celile Toyon gibi isimler yer alıyor. ‘İkizler Projesi’ni (‘Gemini Man’) Ang Lee yönetmiş; oyuncular Will Smith, Clive Owen, Mary Elizabeth Winstead ve Benedict Wong. Başrollerini Samara Weaving, Adam Brody ve Mark O’Brien gibi isimlerin paylaştığı ‘Saklambaç’ın (‘Ready or Not’) yönetmenliğini Matt Bettinelli Olpin-Tyler Gillett ikilisi üstlenmiş. Kim Farrant imzalı ‘
Gerçeğin Peşinde’nin (‘Angel of Mine’) kadrosunda da Noomi Rapace, Rebecca Bower, Luke Evans ve Finn Little yer alıyor. ‘Aşkı Beklerken’i (‘Deux moi’) Cedric Klapisch yönetmiş; oyuncular François Civil, Ana Girardot, Camille Cottin ve Simon Abkarian. Haftanın seçenekleri arasında bir konser kaydı olan ‘Metallica&San Francisco Symphony: S&M2’ de var; filmin yönetmeni Wayne Isham.
Paylaş