Paylaş
Bu tanım, sadece taraftar olmanın doğası değil, tuttuğunuz takımın maçını izlemek istediğinizde karşınıza oyunun kendi mecrası dışında çıkabilecek engelleri de kapsıyor. Meseleyi somutlarsak son günlerin öncelikli maddesi, Beşiktaş’ın maçları dolayısıyla Atatürk Olimpiyat Stadı...
‘Orada bir stat var uzakta, gitmek de zor dönmek de...’başlığı altında yükselen eleştiriler zemin problemleriyle ayyuka çıktı. Tüm bu eleştirilerin haklı bir yanı var ama iş giderek stadı canlı varlık gibi görme ve bir an önce yok edilmesi gereken bir tehlike biçimine dönüştü. Sonraki aşamada da o eski tezler gündeme geldi: “Böyle bir tesis yapılır mı, böyle stat olur mu, böyle bir yapının olimpiyatla ne ilgisi var?” Bu durumda da serinkanlı bir yaklaşıma ihtiyaç duyulması kanısındayım.
Açık söylemek gerekirse Atatürk Olimpiyat Stadı, mimari açıdan hiçbir kusur barındırmamaktadır. Tesisin meselesi oraya ulaşmakla ilgilidir, bu da ülkenin ya da şehrin genel ulaşım planlarını ve politikalarını bağlayan bir sorundur.
Bir kere bu tesis, hayatını Türkiye’de Olimpiyat Oyunları gerçekleştirmeye adayan ama bu ‘Mutlu rüya’yı görmeye ömrü ne yazık ki yetmeyen ‘Rahmetli’ Sinan Erdem’in, en azından yapısal anlamda bir düşünün gerçekleşmesinin ifadesiydi. Bilindiği gibi Olimpiyat Oyunları yaz aylarında düzenlenir ve İstanbul’da yaz sıcağında, ısının en az hissedildiği ve büyük bir tesis kurulmaya uygun arazi burasıydı.
RÜZGÂR SORUNU
Dolayısıyla yer seçimi bu yüzden Başakşehir’e bağlı Altınşehir bölgesindeki 584 hektarlık alanda gerçekleştirildi. Buradaki en büyük problem güçlü rüzgâr akımlarıydı, bilindiği üzere Olimpiyat Oyunları’nda rüzgârın yüksek olması durumunda dereceler, dolayısıyla olası rekorlar geçersiz sayılır.
Bunun önlemi de proje dahilinde yer alan ‘Rüzgâr panelleri’ vasıtasıyla çözülecekti. Lakin Olimpiyat Oyunları’nın (son seçimde de olduğu gibi) İstanbul’a verilmemesi, panel takviyesini ‘Oyunları alınca yaparız’ zihniyetinin tezahürü olarak rafa kaldırdı. Bütün bu gelişmeler sonucu da “Koca tesis atıl kalmasın, bari tek bildiğimiz spor olan futbola yarasın” diyerek ayak topu maceralarımızın yeni duraklarından birine dönüştürülmeye çalışıldı. Ama vücut ta en başından beri bu yeni organı kabul etmedi, sürekli reddetti. Lakin bunun nedeni elbette stadın mimarisi değildi.
‘Stade de France’ın mimarları
Projenin altında imzası bulunan mimarlar Michel Macary-Aymeric Zublena ikilisiydi ve bu ikili başta Stade de France olmak üzere Louvre Müzesi, Mısır’daki İskenderiye Stadı, Saint Etienne Ulusal Madencilik Okulu, Şangay Zhongshan Hastanesi, Nantes Madencilik Okulu, Georges-Pompidou Avrupa Hastanesi vs. gibi birçok esere imza atmış, işinin ehli uzmanlar... Evet, mimarlar da hata yapabilir ama Atatürk Olimpiyat’ın meselesi mimari değil, ülkenin genel problemleridir. Şimdi bunlara zemin de eklendi.
Bütün bu gelişmeler genel bir bütünün detaydaki yansımaları... Hali hazırda ekonomiyi ayakta tutan en önemli sektör inşaat. Tekrarlamaya gerek yok, ülke koca bir şantiye alanı. Ve sistem, en iyi bildiği alanda bile o kadar çok hata yapıyor ki, hem de en ölümcülünden...Mesela Mecidiyeköy’deki gibi 10 işçi kardeşimizin hayatına mal olan cinayetlerin önüne geçemiyor. Sadece 2014’te ‘iş kazaları’ nedeniyle 1270 kişi (ki önceki gün bir maden ocağında Çinli bir emekçi kayıplar listesine eklendi) hayatını kaybetti.
YA MERSİN ARENA?
Sözün özü insan hayatının yok sayıldığı, işçi ölümlerinin ‘fıtrat’ dahilinde değerlendirildiği bir kültürde, Olimpiyat niyetine yapılan bir tesisin futbol dahilinde kılık kıyafet değiştirilmeye zorlanmasının tezahürüdür bütün bu yaşananlar. Bırakın Atatürk Olimpiyat’ı, Mersin’de yeni yapılmış stadın zeminini nasıl açıklayacaksınız? Dolayısıyla futbol seyircisi ve yorumcular ‘küçük’ detaylarda boğulmak yerine büyük resmi görmeye çabalasalar, stat ve zemin kadar ülkenin genel problemleri üzerine kafa yorsalar keşke... Gerçi onlar da haklılar, o işi yapmaya çalışan ‘Çarşı’nın da neyle suçlandığı malum!..
Paylaş