Paylaş
Zira enflasyonun yükseldiği, yüksek seyretme eğilimine girdiği bir süreçte bu gözetilmezse durgunlukla birlikte çok şirketin ve yoksulun canını yakar. Türkiye ekonomisi için “değirmenin suyu” dış kaynaktır. Değirmenin de suyunun kesildiği bir süreçteyiz.
Salı açıklanan enflasyon oranı, bu kadar yüksek oranda kur şoku yiyen ekonomide fiyatlara geçişkenliğin yüksek olabileceğini düşündürüyor. Son 3 aylık fiyat artışlarının ivmesi çok güçlü görünüyor; Merkez Bankası’nın enflasyona dair teknik notuna göre temel mallarda fiyat artış ivmesi yüzde 22, hizmetlerde ise yüzde 16’ya yakın artış eğiliminde. Yani adım atılmazsa “kötü geride kaldı” demeye henüz çok uzağız. Hele çekirdek fiyat artışlarının eğiliminin de yüzde 18’lerde olduğu, yüzde 24’e vuran üretici imalat fiyatlarında artışların devam ettiği hesaba katılırsa enflasyonda yeni bir eşiğe, yüzde 20’ye itecek bir eşiğe geldiğimiz görülüyor.
Nitekim bankanın notunda; TL’deki değer kaybının mallardan hizmet gruplarının geneline yayıldığı, bunda maliyet yanında talep yönlü etkilerin de hissedildiği; böylece çekirdek göstergelerin yıllık artışlarının ve ana artış eğilimlerinin kayda değer bir biçimde yükseldiği vurgulanıyor. “Maliyet enflasyonudur gelir geçer” gerekçesini pişirmeye çalışan kesimlere de mesaj olmuş bu.
Enflasyon büyük bir olasılıkla önümüzdeki aylarda yüzde 16.5’luk bir orana tırmanacak. Akaryakıt ve doğal gaz fiyatları gibi ertelenen ve askıda tutulan ayarlamalar yapıldığında da enflasyon yüzde 16.50’nin üzerine koşacak. Gerisini ise göreceğiz; bankanın da işaret ettiği gibi yüzde 18-20’lik fiyat artışı eğilimi genele yayılıyorsa yollar yokuşta çatallanıyor demektir.
Şimdi mali piyasada bu hesabı yapanlar, para ve tahvil piyasası fiyatlamalarını hemen değiştirdi. Bir yıllık vadede bankalararası para piyasası borç verme faizleri yüzde 20’nin üzerine demir attı.
Merkez Bankası ise haziran başında kendi politika faizini yüzde 17.75’e çekmişti. Hali hazırda piyasa ile arasındaki fark 2-2.5 puana çıktı. Öyle ki 10 yıllık tahvil faizi yüzde 17.70’e vurmuş iken Merkez Bankası’nın yüzde 17.75’lik bir faizle enflasyonu kontrol altına alacağına kimse ikna olmaz.
Yine “zurnanın zırt dediği” yere geldik. Banka faizleri zamanında yükseltemeyerek zaten itibar kaybetti, şimdi yeni bir sınavda; 24 Temmuz’da faizleri artırabilecek mi?
Eğer kendi hazırladığı haziran enflasyonuna dair teknik notta yazılanlara kendisi kulak kabartmıyorsa işimiz zor.
Şimdi herkes “daha henüz yeni faiz artırdı, yeniden artırırsa yandık” diyecektir. Ne yazık ki ekonomide para politikasıyla şaka olmaz; geç kalmanın faturası çok ağır çıkar. Merkez Bankası’nın, bu enflasyon görünümü ve piyasa parametrelerinin geldiği yer itibariyle faizleri artırması yine kaçınılmaz. Banka kaçınabilir ama yakın örnekte gördük ki; kaçınmanın ağır sonuçlarından kaçamadı.
Olacak şu; eğer banka yüzde 15’leri bulup yüzde 20’lere koşan enflasyona karşı bir duruş sergilemez ve bu konuda “silaha davranmazsa” yine kur hareketi olarak bize geri dönecek. Para politikası yine sessiz kalır ya da “yeni dönem” çerçevesinde para politikasının bağımsızlığı önemli hasar alırsa 90’lı yıllardan çok iyi bildiğimiz “enflasyon-devalüasyon” sarmalına geri döneceğiz.
Yükselen enflasyon ve piyasa faizleri ile ekonomik durgunluğa girerken, bu durum dış kreditörlerin ajandasına “Türk şirketlerinin borç çevirme sorunu” ana gündem maddesi olarak yazılacak. Bu da Türkiye’yi çok kısa sürede hem dış sermaye girişinde hem de iç pazarda şirketlerin yüz yüze kalacağı bir “kredi sıkılaşmasına” (credit crunch) getirecek ne yazık ki. Bu yüzdendir ki sadece faiz artışının durumu kurtarmaya yetmeyeceği, bir IMF anlaşması eşiğine gelindiği fikri çokça seslendiriliyor.
Artık küresel piyasalar için “kredi sıkılaşmasına” girme riski konuşulurken, Türkiye’nin ekonomi politikalarının gereğini yapma konusunda hiç lüksü kalmadı.
Umarım Başbakan Binali Yıldırım’ın “Önceliğimiz faizleri indirmek ve dolayısıyla enflasyonu indirmek” biçimindeki sözlerinde vurgulandığı sırayla yeni bir deneme hiç yapılmaz.
Paylaş