Paylaş
Dalgalanmanın en düşükte olması, yatırımcıları daha da bu oyunun içine çekiyor; dalgalanma düştükçe borsalar rekor kırdı. Amerika’da Dow Jones endeksi yılbaşından bu yana yüzde 12’ye yakın, son bir yılda da yüzde 20’ye yakın arttı; tüm zamanların rekor seviyesine ulaştı. Almanya’da DAX endeksi de haziranda tarihsel rekor gördü. Bugünlerde bir yıl öncesine göre yüzde 14.5 yukarıda. İtalya’da yüzde 30’a yakın, Fransa’da yüzde 16’nın üzerinde artış var. Japonya’da da Nikkei endeksi geçen yıla göre yüzde 20’ye yakın primli.
Bu durum gelişen ülkelere de uzanıyor; Türkiye’de de borsa yılbaşına göre de bir öncesine göre de yüzde 40’a yakın yükselmiş durumda.
Borsalara fazlasıyla prim yapma kapısını açan gelişmelerin başında; küresel büyümede artış, düşük enflasyon, merkez bankalarının gevşek para politikalarından çıkışta “yumuşak” davranacaklarının düşünülmesi, ABD’de kasım ayında seçilerek ocak ayında koltuğa oturan ABD Başkanı Donald Trump’ın pek de öyle vadettiği harcamacı ve faizleri yukarı itecek politikaları hayata geçirebilecek durumda olmadığının görülmesi etkili olan unsurlardan bazıları.
İşte bu tabloda mayıs ve haziran aylarında giderek daha ılımlı bir bakış egemen oldu; borsalar yükselme eğilimine girdi, uzun vadeli faizler de düşmeye başladı yeniden.
Dalgalanma tarihsel düşük seviyeye gerilerken, “riskli varlıklara” yapılan yatırımlar yeniden akmaya başladı. Gelişen ülkelere para akmaya başladı yeniden. Ancak Uluslararası Finans Enstitüsü’nün verilerine bakılırsa Türkiye’ye geçen yıl ilk yarıda 27.5 milyar dolar net sermaye akışı olurken, bu yıl gelen miktar 20.2 milyar dolar olmuş. Bunun da 16.4 milyar doları, küresel iştahın arttığı mayıs ve haziranda geldi. Bunda da hem yukarıdaki küresel tablonun ortaya çıkması, hem de içeride Merkez Bankası yetkililerinin yatırımcılara “hemen faiz indirilmeyeceği” mesajı vermeleri etkili oldu.
Gelişen ülkelerde, bu tabloya ilave olarak enflasyon oranları da 2009 krizi sonrasının en düşük seviyesine düşerek rekor seviyeye geriledi. Bloomberg’in 54 gelişen ülkenin milli gelir büyüklükleri ile ağırlıklandırarak hesapladığı tüketici fiyatları endeksi, haziranda yüzde 3.1’e gerileyerek son 8 yılın en düşüğüne ulaştı. Bu tablo, görece daha düşük enflasyon ve görece daha düşük faiz demek. Ayrıca 2013’te Fed’in piyasaya tahvil alımıyla verdiği parayı kısacağını ve bunun para politikası normalleşmesinin başlangıcı olacağının anlaşıldığı, gelişen ülkelerde kur şoklarının yaşandığı “Taper Tantrum” dönemi sonrasının en düşük enflasyonu olduğunu not edelim.
Büyüme söz konusu olunca o çok övündüğümüz G20 ve OECD sıralamalarına bakınca enflasyon şampiyonluğumuzdan bahsetmeden olmaz. G20, küresel ekonomilerin büyüklüğe göre ilk 20’si demek. G20 ülkelerinin milli gelirleri ile ağırlıklandırılmış ortalama enflasyonu haziran ayında yüzde 2’ye gerilemiş durumda. 2010 ekim ayından bu yana en düşük seviye. Peki G20’nin enflasyon birincisi kim? Tabii ki Türkiye; yüzde 10.9 ile. Oysa bizim gibi gelişen ülkelerden en yakın ‘rakibimiz’ yüzde 6.3’le Meksika. Onu yüzde 5’le Güney Afrika, yüzde 4.4’le Rusya ve Endonezya izliyor.
2013 nisanında (Taper Tantrum öncesi) bol para akarken yüzde 6.1’e düşürdüğü ve G20’de 3 gelişen ülkeden daha iyi bir enflasyonu varken, Türkiye bugün “G20 enflasyon şampiyonu” oldu. Türkiye, kendi bahçesini düzeltme fırsatlarını, bol para döneminde de, düşük dalgalanma dönemlerinde de büyük bir cömertlikle harcamış durumda. Sona kaldığı, bu sıralamadan da görülüyor.
Tarihsel olarak gözlenen bir başka olgu da şu; hiçbir düşük dalgalanma dönemi uzun süre devam edememiş. Çoğunlukla sert dalgalanma ile çıkılmış bu dönemlerden. Kısa ya da orta vadede, durulan dalgalanma yeniden başladığında, ekonomi politikasında da ona yol veren siyasal alanda da; bugünkü politik setleri ile aynı şeyleri yaparak yol almak daha da zor olacak.
Paylaş