Paylaş
◊ Ahmet Bey, müzikle, şiirle, sanatla dolu bir yaşamınız var, konuşmakla, aktarmakla bitmez. Ama öncelikle aklıma takılan bir konuyu açmak istiyorum.
- Buyurun, tabii ki...
◊ Google, 63 yaşında olduğunuzu söylüyor. Kendimi bildim bileli de sizin sesiniz ve şarkılarınız kulağımdadır. Peki nasıl oluyor da görüntünüz hiç değişmiyor? Zamanı nasıl dondurdunuz?
- İnanın ben bunun farkında değilim. Ama öyle diyorsanız, olsa olsa sırrı çok çalışmaktır. Ayrıca hayata çok bağlıyım. Ne kadar geç yatarsam yatayım erkenden kalkarım. Müzik ve edebiyat ise benim için sevdadan öte, kara sevda... O sevda, o aşk insanı genç kılıyor sanırım. Sanata, doğaya ve insana olan aşkım, saygım, farkında olmadan beni diri tutuyor. Ama inanın bunun için özel bir şey yapmış değilim.
◊ İyilik mi, güzellik mi desem?
- 2000’li yılların başından beri hep güzeli önemser olduk: Güzel kadın, güzel şehir, güzel sofra, güzel araba, güzel elbise. Görünüm hep ön plandaydı. Güzellikleri öne sürerken iyileri ihmal ettik biz. Her güzel şey iyi değildir ama her iyi şey güzeldir, bunu unutmamak lazım.
YA YAYGIN OLACAKTIM YA SAYGIN... BEN SAYGINLIĞI TERCİH ETTİM
◊ Bir de hep göz önünde olanları yüceltiyor da işin asıl mimarlarını ihmal ediyoruz galiba...
- Şöyle bir gerçek var, üretenlerin kıymeti yurtdışında daha fazla biliniyor.
◊ Bizde...
- Bizde öyle değil. Burada sağlığında bilmezler de kadrini, ölümünde mermerden yaparlar kabrini! Kuşağımızın gerçek bestecileri ve şairleri çok küskün. Her konuda sahipsiz kaldılar. Ölmeden alkış yok çünkü onlara. Onun için de “Bu kadar çok şarkı yazacağımıza acaba çıkıp bir şarkı mı okusaydık” diye düşünen besteci çok. Bu fikri hayata geçirenler de oldu. Bestekârlar baktılar ki olmuyor, kendi şarkılarını okumaya başladılar.
◊ Mesela...
- Mesela Kayahan, Soner Sarıkabadayı, Ersay Üner, Aslı Zen, Ayla Çelik, Coşkun Sabah, Selami Şahin, Fettah Can... Onlar gibi daha onlarca isim sayabilirim. Çünkü bütün alkış, takdir ve kazanç okuyanlara gidiyor.
◊ Bu durum sizi üzüyor belli ki...
- Üzmez mi... İçimde derin bir sızı var. Bu kadar şarkı sözü yazacağıma bir şarkı okusaydım, inanın medyada ve müzik dünyasında daha çok taltif ve takdir görürdüm. Daha çok kazanırdım. Oktay Akbal’ın dediği gibi “önce ekmekler bozuldu”. Bizde de bana sorarsanız şarkılarımız bozuldu. Şarkılar bozulunca ne oluyor?
◊ Ne?
- Duygular bozuluyor.
◊ Ne zamandır böyle durum?
- 2000’li yılların başı. Millenium’dan sonra yani (gülüyor). Nasıl başladı bu süreç derseniz de, şarkılar eğlenceye dönüştü. Bizde iki türlü şarkı yazılır: Bir kulağa hitap edenler, bir de kalbe hitap edenler. Biz hep kalbe hitap eden şarkılarla yola çıktık. Kalıcılığı, saygınlığı biraz da ondandır yani.
◊ Yeni jenerasyonun o “saygın” şarkılara yaklaşımı nasıl?
- Orası biraz karışık. Biraz can sıkıcı. Çünkü bizim güzelim şarkılar bildiğiniz yağmalanıyor.
◊ Ne demek yağmalanıyor?
- Şarkıların da bir kalbi vardır. Geçmiş yıllarda yapılmış o popüler şarkılar maalesef eli, kolu, ayağı, kalbi alınarak, eski dilde “araklanarak”, yeni dilde “esinlenilerek”, başka imzalar altında “yeni beste” diye sunuluyor. Bunun örnekleri çok. En son Aleyna Tilki’nin söylediği şarkıda rastladık buna biliyorsunuz.
◊ Emrah Karaduman imzalı “Dipsiz Kuyum”...
- Evet. Yıllar önce Bergen’e, Ayşe Mine’ye verdiğimiz şarkıları aldı ve güzelce kendi eseriymiş gibi lanse etti. Sektöre belli kurallar getirecek yetkin sesler olmadığı için herkes aldığı kadar, tırnak içinde söyleyeyim “çaldığı kadar” çalıp söylüyor.
“BİRKAÇ SATIR ALMIŞIZDIR NE VAR BUNDA?” DENİR Mİ
◊ Bu şekilde alıntı yapanlar, kendilerini nasıl savunuyorlar?
- “Olsa olsa birkaç satırını almışızdır, ne var ki bunda” diyorlar. Olacak şey mi? Böyle bir şey denir mi? Çok masumca bir şeymiş gibi... Ben de diyorum ki o zaman çok önceki yıllarda yazılmış olanlardan birer satır alıp yeni bir şarkı yazayım. Acaba o zaman kimin adını yazacağız altına? Şöyle bir şey düşünün: “Hasretinden prangalar eskittim, hâlâ terk etmedi sevdan beni, ama duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini.” Şimdi bu şarkı kime ait?
◊ Acaba yaratıcılık adına bir tıkanma mı söz konusu?
- Yok. Gayet yetenekli isimler var ama işin kolayına kaçıyorlar.
FERDİ TAYFUR GELİP SESİNİ DUYURSAYDI YETERDİ
◊ “41 yıl, 41 ses, 41 nefes”... Proje albümünüzü dinlerken, yer verdiğiniz 41 şarkının da benim için çok değerli ve özel olduğunu fark ettim.
- Bu kendi adıma değil müzik ve sanat adına yapılan bir çalışmaydı. İstedik ki her iki yılda bir bu şekilde bir seçkiler albümü çıksın. Gerçekten ülkemizin çok değerli isimleri, müzik insanları var. Ama bu tür eserler çoğu zaman maalesef sanatçının kaybından sonra yapılıyor. Oysa ben yaşarken yapılsın, müdahil olayım istedim. Dedim ki şarkıların kim tarafından okunacağına karar verebileyim. Bu şarkıları yazarken sadece kalemimle değil, canımla, kanımla yazdım ben, hepsini yaşadım.
◊ Ama bence albümde Ferdi Tayfur eksik kalmış...
- Çok iyi oldu bunu sormanız. Çünkü sevenleri de çok sordu çünkü. “Bu kadar yıllık beraberlikten sonra nasıl olur da Ferdi Tayfur yer almaz albümde?” dediler.
◊ Nasıl olur?
- Benden kaynaklanmadı. Üstüme düşen görevi sevgiyle, saygıyla yaptım ben. Onu da çok nazik bir şekilde, çok candan arzulayarak davet ettim. Hem bu albüme hem de bir öncekine. Ama sağlığı ile ilgili sorunlarını öne sürerek gelemeyeceğini bildirdi. Çaresiz kaldım. Açıkçası benim için de büyük eksiklik, burada bir Ferdi Tayfur olmalıydı.
Şarkı okumasa bile en azından birkaç satır şiir okusaydı, sesini duyursaydı yeterdi, benim için büyük bir hazine olurdu.
Dilerim bundan sonraki albümde bir araya gelir de telafi ederiz.
İSTANBUL BİR ŞÖHRET MEZARLIĞI
- İstanbul bence şu an bir şöhret mezarlığı. İnsanlar bazen medyanın gazıyla, bazen bir sponsorun gücüyle bir yerlere getiriliyor, tepelere çıkarılıyor. Bu yükseliş jet hızıyla oluyor. Ama sonra paraşüt bile vermeden insanları tepeden bırakıveriyorlar. E tabii hepsi de yere çakılıyor. Geçenlerde örneğini gördüğümüz gibi, bu durum bazen insanlarda hiç iyileşmeyecek derin yaralar açıyor. Altyapısını oluşturmadan, gelişimlerine katkı sağlamadan insanları alıp en yüksek yerlere taşımanın büyük riskleri var.
ORHAN GENCEBAY’LA DA BULUŞTUK GERİYE BİR SEZEN AKSU KALDI
◊ Şarkılarınız sizi bugüne kadar hangi sanatçılarla bir araya getirdi?
- Bu kuşakta yaşamış ve ayakta alkışlanmış hemen hemen bütün sanatçılarla çalıştım. Zeki Müren, Bülent Ersoy, Emel Sayın, Ferdi Tayfur, Selami Şahin, Muazzez Abacı, Muazzez Ersoy, Ebru Gündeş, Sibel Can, İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Ümit Besen, Ferdi Özbeğen, Ahmet Kaya, Fatih Kısaparmak, Onur Akın... Bir de dikkat ederseniz her kategoride şarkı yazmışım.
◊ Yok mu “Bir şununla çalışamadım” dediğiniz kimse?
- Var. Bir Orhan Gencebay, bir de Sezen Aksu. Orhan Gencabay ile söz yazarı ve besteci olarak nihayet bir şarkıda buluştuk gerçi. Yeni albümünde yer alacak. Yani bir Sezen Aksu kaldı. Bir gün onunla da buluşacağım.
BU ÜLKENİN TEK SORUNU KALİTE
◊ Şiir sizin için ne demek?
- Şiir aşkın ikiz kardeşidir bana göre. Aşkın girmediği ev, aşkın sarmadığı yürek, aşkın dokunmadığı yuva soluksuzdur, eksiktir. Dolayısıyla ben “inadına aşk” diyorum. Hangi mesleği seçerseniz seçin, içinde aşk yoksa başarısız olursunuz. İnsanı insan yapan duygular vardır; merhamet gibi, vicdan gibi, vefa gibi, aşk gibi. Bunların biri eksik olduğunda kaliteyi yitirirsiniz. Bence bu ülkenin tek sorunu kalite. Biz kaliteyi yitirince saygıyı yitiriyoruz, saygıyı yitirince sevgiyi, o gidince de aşkı. Ve aşkı yitirince insanlığımızı yitiriyoruz.
◊ Nasıl yükselteceğiz kaliteyi?
- Sanatın bu noktada önemi çok büyük. Sanatçılar temizlik işçileri gibidir. Temizlik işçileri kirlenen şehri, sanatçılar da kirlenen, paslanan kalpleri temizler. Yaşadığınız dünyanın farkına varabilmeniz için sanatla kol kola olmanız gerekir. Düşünün ki ülkede 10 gün müzik çalınmadı, şiir yok, roman yok, sinema-tiyatro yok. Böyle bir dünyada ne kadar zengin olursanız olun mutlu olabilir misiniz?
Paylaş